Bir önceki albüm “Smother”daki önemli çıkıştan sonra, bu kez daha karanlık ve minimal, vokali biraz daha öne çıkaran, synth’lerle ve elektronik sound ile daha haşır neşir ama yine etkisi çok yoğun bir albüm yaptı grup. Bunu da büyük ölçüde gitar ve synth melodilerinin uyumuna ve her albümde giderek gelişen vokal kullanımına bağlamak olanaklı. Müziğe, kendini tekrarlamaktan kaçınan, yaratıcı ve ilham verici bir yaklaşımı var Wild Beasts’in. Bu albümle bundan sonraki rotaları hakkında iyice merak uyandırdılar.
19- OWEN PALLETT - IN CONFLICT
Pallett’in Brian Eno’nun synth, gitar ve vokal katkılarının yanı sıra, Çekoslovak FILMharmonic Orkestrası ile kaydettiği dördüncü solo albümü, kariyerinde bir başyapıt. Mükemmel melodileri son derece etkileyici ve kişisel şarkı sözleriyle böylesine şiirsel bir yapıda, sofistike bir enstrümantasyonla buluşturan pop albümüne sık rastlanmıyor. Owen Pallett’in vokaldeki etkinliğini artırdığı, besteci ve şarkı yazarı olarak kendini aştığı “In Conflict”, dinlerken içinde kaybolmak isteyebileceğiniz, güzel sürprizlerle dolu bir orman adeta.
18- BECK - MORNING PHASE
Belirgin olarak 1970’lerin folk, country rock ve saykedelik rock sounduna ağırlık veren albüm, 2002 tarihli “Sea Change”i hatırlatıyor ve kuşkusuz Beck’in en iyi işlerinden birisi. Belki albümdeki her şarkı ilk dinleyişte hemen yakalamıyor insanı ama dinledikçe altyapıdaki güzellikler keşfediliyor. Orkestrasyon ve prodüksiyon Beck’in ustalığını bir kez daha bütünlüklü bir şekilde ortaya koyuyor. Eğer bu albümü “Sea Change”in devamı gibi düşünürsek, ondan geride kalan bir yönü yok kanımca. Beck kataloğunda yıldızlı bir yeri olacak bu albümün.
17- VATICAN SHADOW - DEATH IS UNITY WTH GOD
Prurient adlı projesinden de tanıdığımız Vatican Shadow ya da gerçek adıyla Dominic Fernow’un altı kasetten oluşan bu serisi, endüstriyel tekno dinleyicileri için gerçek bir nimet. Toplam 20 ayrı parçanın içinde 25 dakikayı aşan da var, 17 saniyelik kayıtlar da. Fernow’un yıkıcı, agresif ve karanlık soundu, diğer abümler gibi bu kasetlerde de temel unsur. Sadece kendisini cezbeden seslerin peşinden giden Vatican Shadow’un hiçbir kurala bağlı olmayan asi ve tutkulu tavrı, takdiri hak ediyor. Çok derinlerde, karanlığın içinde ürpertici güzellikler bulanlar için...
16- PYE CORNER AUDIO - BLACK MILL TAPES VOLUMES 1-4
Head Technician adıyla tanınan prodüktör Martin Jenkins’in Pye Corner Audio adı altında bir süredir yayınladığı Black Mill Tapes kayıtlarını bir araya getiren, 40’tan fazla parçanın yer aldığı bu albümler, elektronik müziğin geçmişinden bugüne bir geçit gibi. İçinde seveceğiniz bir ritim, vuruş, melodi bulmamanız söz konusu değil. Erken dönem analog kayıtlar, endüstriyel tekno, minimal tekno, bilimkurgu filmlerine soundtrack olabilecek garip fütüristik karanlık soundlar, Eno etkisindeki ambient seslere kadar ne ararsanız var bu albümlerde. Her şeyden önce arşiv meraklılarının dikkatini çekerim.
15- HAUSCHKA - ABANDONED CITY
Asıl adıyla Volter Bertelmann, sahne adıyla Hauschka’nın “Abandoned City” adlı albümü dünyanın farklı yerlerindeki terkedilmiş kentlere adanan şarkılardan oluşuyor. Hauschka’yı önceden hazırlanmış piyanosu ile yarattığı ritmik sound ile tanıyoruz, piyanoyu enteresan bir yöntemle ritim enstrümanı olarak kullanıyor. Bu albümde de piyanodan adeta bir orkestra sesi çıkarmakla kalmayıp, bazen dinlendirip nostaljik duygulara sürüklüyor, bazen de agresif vuruşlarla sanki geçmişten hesap soruyor. Kullandığı enstrümana böylesine hakim bir müzisyenin özgünlüğüne ve melodilerle insan aklında canlandırdığı hikayelere şapka çıkarıyorum.
14- LINDA PERHACS - THE SOUL OF ALL NATURAL THINGS
Saykedelik folk’un nadide isimlerinden ozan şarkıcı Linda Perhacs’ın 44 yıl sonra yayınladığı yeni albümü, vokalin saflığı ve müziğin yalınlığıyla hem kulaklarımız hem de yüreğimiz için ilaç gibi. Perhacs, 1970’te “Paralellograms” adlı ilk albümünün ticari başarı getirmemesi ve bunun üzerine plak şirketinin de albümün tanıtımını yapmaya pek yanaşmaması yüzünden asıl mesleği olan dişçiliğe geri dönmüştü. Yıllar içinde hayranları, kopyası bulunamayan o albümü dinlemesi için çevrelerinde yayarak bir efsanenin doğuşuna neden oldular. Sonunda aradan bunca yıl geçince, bu defa Linda Perhacs’ın “The Soul of Natural Things” adlı ikinci albümü yayınlandı. Folk, Americana, New Age, Freak folk türlerine meraklı olanlar için bir hazine değerinde bu albüm.
13- FUTURE ISLANDS - SINGLES
Future Islands, aslında “In Evening Air” (2010) ve “On the Water” (2011) albümleriyle çoktan radarıma girmişti ama müzik sahnesinde asıl çıkışı “Singles” ile yakaladı. 4AD plak şirketine geçmesinin, David Letterman’ın şovunda yer almalarının da etkisi büyük oldu tabii ama bence dünya onları keşfetmekte geç kaldı. Vokalist Samuel Herring’in içindeki tutkuyu ateşe çevirme yeteneği çok az müzisyende var. Kimisi onlar için post-wave diyor, kimisi synthpop. Bana kalırsa 80’lerin new wave tarzını punk, dans ve deneysel öğelerle buluşturan bir post-punk grubu Future Islands. “Singles”da bu unsurların tümü yine var ama önceki albümlerin soundu biraz daha pop’a kayınca bu kez bir parça yumuşadı. Ben “In Evening Air”deki gibi dinleyiciyi yakasından tutup doğrudan yaşadığı acının, aşkın, umutsuzluğun, isyanın doğrudan tanığı yerine koyan o agresif soundu daha çok sevsem de, “Singles” da yakıcı içtenlikten yoksun değil.
12- BEN FROST - A U R O R A
Yaşamını İzlanda’da sürdüren Avustralyalı prodüktör Ben Frost, Kongo’daki deneyimlerini aktarıyor bu albümde. Minimalist, deneysel ve enstrümantal müzikten beklenebilecek ilginç yaklaşımları içinde barındıran, Frost’un melodiyi gözetmediği, armoninin noise içinde eridiği bir albüm A U R O R A. Davulcu Greg Fox (Liturgy üyesi), multienstrümantalist Shahzad Ismaily ve perküsyonist Thor Harris (Swans üyesi) ile kaydedilen albüm, kendi karakteri içinde yıkıcı bir niteliğe sahip; olabildiğince drone ve endüstriyel müziğin çekici vahşiliği ile donatılmış. Ayrıksı ve aykırı.
11- YANN TIERSEN - INFINITY
Müziğiyle çok farklı duyguları harekete geçirme yeteneğine sahip bir müzisyen Tiersen. Yeni albümü “Infinity”de, İzlanda’da ve doğduğu yer olan kuzey Fransa’daki Brittany’de yaptığı kayıtlar yer alıyor. Şarkı kurgulamaları her zamanki gibi son derece ilginç. Mesela “Steinn”da İzlanda aksanı ile konuşan bir kadın sesi, kayaların ortasındaki bir evden ve o evin içindeki bir taştan söz ediyor. Tiersen, adeta kulağa fısıldarcasına yavaşça söylenen vokali, güçlü basları ve yaylılarla buluştururken yine çok derinlere çekiyor dinleyeni. Tiersen’in çevreden aldığı iç izlenimi yansıttığı şarkılardan oluşan çok güzel bir koleksiyon bu albüm. Bazen bir rüya alemine sürüklüyor, bazen de tuhaf, bilinmeyen bir yere konuk ediyor bizi. Tutkulu, olabildiğince yalın ve olumlu anlamda sersemletici bir albüm.
10- FENNESZ - BÉCS
Noise ustası Christian Fennesz’in Editions Mego etiketiyle çıkardığı yeni albümün soundu, 2008 tarihli “Black Sea” albümündeki ses tasarımlarını akla getiriyor. Ancak bir karşılaştırma yapmak gerekirse, bunu müzisyenin 13 yıl önce yayınladığı ve kariyerindeki başyapıt olarak görülen “Endless Summer” ile yapmak daha doğru; çünkü bu yeni albümle o noktaya çok yakın duruyor Fennesz. Gitar ile synthesizer’ların elektro-akustik buluşması, üzerinde oynanıp bozulan seslerin çıkardığı gürültü, elektronik işlemden geçirilerek değiştirilen seslerin cızırdayışı, albümü müthiş bir ses makinesine çevirmiş. Kendini elektronik seslerle özgün dokular yaratmaya adamış bir müzisyenin kariyerinde yeni bir aşama.
9- THEE SILVER MT. ZION MEMORIAL ORCHESTRA - FUCK OFF GET FREE WE POUR LIGHT ON EVERYTHING
Yaşadığımız dünyada uğrunda va karşısında mücadele edilecek çok fazla şeyin olduğunu bize sürekli hatırlattı Thee Silver Mt. Zion. Belli bir türe dahil olmayı reddedip, kendi deneysel yöntemleriyle kendi yollarını çizdiler. Bu kez de beşli olarak devam ettikleri o yolda, hırs ve adaletsizlik, ölüm, anne/baba olmanın yarattığı duygular, karşı koyma ve dayanma gibi konuları, farklı müzik türlerini kendilerine özel bir yöntemle ince ince işleyerek anlatıyorlar. Bu albümde her zamankinden daha enerjikler; dünyanın sonunun gelmesini beklemiyorlar, dünya dönerken yüreklerinden taşan duyguları patlama noktasında yakalayıp notalara dökmüşler.
8- HTRK - PSYCHIC 9-5 CLUB
2003’te bir üçlü olarak kurulan Avustralyalı deneysel rock grubu, üyeleri Sean Stewart’ın intihar etmesinin ardından ikili olarak müziğe devam ediyor. Bu yıl Ghostly International’dan çıkan “Psychic 9-5 Club”, HTRK’in gizemli karanlığına ortak ediyor dinleyeni. Minimalist bir yaklaşımla oluşturulan sounda, Jonnine Standish’in gizemli ama bu kez daha belirgin vokali eklenince oldukça hipnotik bir sound çıkıyor ortaya. 11 yıldır aşktan, aşkın yıkıcılığından, duygusal yıkımlardan ve onun ardından gelen iyileşme dönemlerinden söz ediyorlar. Anlattıklarına dikkat ederseniz, müzikle flört eden sözlerin ortaya çıkardığı şiirsel atmosfere kapılmamak pek olanaklı değil.
7- MAX COOPER - INHUMAN
Cooper, işlemsel biyoloji dalında doktorası olan enteresan bir müzisyen. Son 6-7 yılda çok sayıda single, EP yayınladı, remiksler ve işbirlikleri yaptı. Kendi adıyla yayınlanan ilk albümünü büyük bir merakla bekliyordum. Heyecanım boşa çıkmadı. “Inhuman”, kulüplerde çalmaya uygun bir sounda sahip şarkılardan ziyade, ambient ile synth’lerin sürükleyici bir birlikteliğinin eseri. Cooper için daha kişisel bir karakter taşıyan şarkılar bunlar. Yarattığı soundu dinlerken insana çok yakın geliyor ve o bu hissi duyguları basitleşmeden yansıtacak kadar orijinal bir şekilde yapıyor. Yılın en iyi elektronik müzik albümlerinden birisi.
6- TEHO TEARDO & BLIXA BARGELD - SPRING (EP)
Listeye aldığım tek kısaçalar bu oldu. Ancak içinde yer alan kayıtların mükemmeliğini düşününce, almasaydım haksızlık olurdu. Geçen yılın en güzel albümlerinden biri olan “Still Smiling”i birlikte kaydetmişti Teardo ve Bargeld. O verimli işbirliğinin devamı bu yıl Record Store Day’de yayınlanan “Spring” kısaçaları ile geldi. Blixa Bargeld’ın sesinin tınıları öylesine güçlü ki, Almanca bilmeseniz de yüreğinize dokunuyor. Attığı çığlıklar, çıkardığı hırlamalar ve bazen de fısıldarcasına söylediği kelimelerle, dev bir ses evreninin içinde farklı karakterler canlandırıyor Bargeld. Teardo gibi yetenekli bir multienstrümantalistin ustalığı da, ona bunu yapma olanağı sağlayan altyapıyı yaratıyor. Tek kelimeyle büyüleyici kayıtlar.
5- ALESSANDRO CORTINI -SONNO
Einstürzende Neubauten ile yaptığı çalışmalardan ve kendi elektronik projesi SONOIO’dan tanıdığımız İtalyan müzisyen Cortini, geçen yıldan bu yana kendi adıyla yayınladığı albümlere yenisini ekledi. Vatican Shadow olarak bildiğimiz Dominic Fernow’un kurduğu Hospital Records etiketiyle çıkan “Sonno”da bu kez, Roland MC 202 analog synthesizerdan delay pedalı kullanarak çıkardığı tekinsiz seslerle donatmış albümü. Kendini bir mekana kapatıp, elindeki kayıt aracı ile sesi farklı noktalarda kaydetmiş. Müzik, ses dalgalarıyla oynayarak elde edilen ve herhangi bir formu olmayan bir sanatsa, bu da o sanatı en iyi örnekleyen çalışmalardan birisi. Hiçbir kalıba bağlı kalmadan bu yöntemle müzik yapmak da, bu tanıma en çok uyan yöntem. Deneysel ve garip seslerden hoşlananlar kaçırmasın bu albümü.
4- ERIK K SKODVIN - FLAME
Deaf Center ikilisindeki dark ambient soundu ve Svarte Greiner projesindeki minimal atmosferik müzikleriyle tanıdığımız Erik K Skodvin’in 2010 tarihli “Flare” albümünün ardından onu tamamlayan yeni çalışması “Flame” de, dinlemeye başladığınız anda bulunduğunuz ortamı ve hisleri değiştirebilecek kadar güçlü. Anne Müller ve Mika Posen’in yaylılarda, Gareth Davis’in klarnette katkıda bulunduğu albümün ses dokuları yaratarak oluşturduğu karanlık atmosfer, garip bir şekilde bağımlılık yaratıcı. Deaf Center’ın yaptığı gibi dinleyiciyi kuşkulu bir atmosfere çekip sarmalama özelliği Skodvin’ın solo kayıtlarında da var.
3- AUTOMAT - AUTOMAT
Berlin müzik sahnesinde 2011 sonunda kurulan Automat’ın ilk albümü, dinler dinlemez insanı yakalıyor. Einstürzende Neubaten ve Die Haut’tan tanıdığımız Alman gitarist Jochen Arbeit, elektronik müzik grubu Project Pitchfork ve rock grubu Prag’dan adını duyduğumuz davulcu Achim Farber, avantgart rock grubu Sovetskoe Foto’nun kurucusu basçı Zeitblom yani Georg Huber gibi üç yetenekli müzisyen bir araya gelip, 1980’lerde post-punk sonrası İngiltere’de endüstriyel müzik yapanların dans müziğini keşfettiği günlerde gelişen soundu bugüne taşımış. İngiltere’den söz etsem de Automat’ın asıl ruhunu veren kent Berlin. Dub-reggae esintili bas riff’leri ve trip-hop ritimleriyle, Berlin’in de katkısıyla karanlık bir sound yaratılmış. Toplam yedi şarkının olduğu albümde üç şarkıda eşlik eden vokalistlerden birisi Blixa Bargeld, diğer ikisi de avangart müziğin önde gelen isimlerinden Genesis P -Orridge ve Lydia Lunch.
2- SWANS - TO BE KIND
Michael Gira ve ekibinin, Swans’ın kuruluşundan bu yana hiç düşürmediği ve bir tek onların aşmaya cesaret edebileceği bir çıtası var. Yoğun, enerji dolu, saykedelik ve insanın yüzüne tokat gibi gibi çarpan, içerdiği birçok müzik türünü öğütüp tamamen kendine özgü müzik ötesinde bir ayine çeviren, tanımlanması zor, olağanüstü bir albüm. Albümün adındaki seçimle müziğin vurucu gücünü bir arada düşünürseniz aslında sevginin yıkıcılığının, yıkımın altını çiziyor grup. “The Seer” gibi bir başyapıttan sonra, dinleyicileri belki ondan daha da yüksek bir tatmin seviyesine çıkaracak, ancak hissedilerek deneyimlenecek müzikle dolu bir cevher “To Be Kind”.
1- BOHREN & DER CLUB OF GORE - PIANO NIGHTS
Black Sabbath'a özgü doom, death metal grubu Autospy'nin soundu ve caz baladları ile yaratılan bir tür ambient karışımı onların müziği. “Piano Nights”, müziklerindeki karanlığın tonunda bir seyrelme, atmosferde bir rahatlama hissettiriyor. "Black Earth" ve "Beileid" albümlerindeki gibi insanı dipsiz derinliğe doğru çeken havaya düşkünseniz biraz şaşırabilirsiniz. Kuzey Avrupa'da bir kentte çetin kış koşullarında yapılan gece yürüyüşlerinden ziyade, yine kuzeyde bir yerlerde ama sonbahardaki sakin yürüyüşlere soundtrack olur diye geçiyor içimden. Bohren’in elinden çıkan dark ambient ve caz buluşması her haliyle çarpıcı.