21.8.2014
Dün akşam uzun bir aradan sonra, özellikle içinde yaşadığımız ülkede benim terapi diye gördüğüm canlı müzik dinleme eyleminin büyüsünü bir kez daha yaşadık. Bu yıl ilk kez yapılan Midtown Fest'e katılacak gruplar duyurulduğunda büyük bir heyecan dalgası esmişti. Nasıl esmesin ki? 23 yıldır İstanbul'da dinlemeyi beklediğimiz Portishead geliyordu! 1990'lı yıllarda ilk gençliğini yaşayanların sürüklendiği melankolinin baş sorumlularındandı grup. Belki melankoliye sürüklenmek iyi bir şey mi diye sorulabilir; hatta bunu depresif bulup uzak durmayı tercih edenler olabilir. Ancak ben içten anlatıldığında müzikteki hüznün insanları birbirine bağlayan en önemli duygulardan biri olduğuna inanıyorum. Müzik tarihine baktığımızda da, acıların yansıması olarak ortaya çıkan ağıtların oynadığı önemli rolü görüyoruz. Hayatta sevinçler gibi acılar da var ve bunları hafifletmenin yolu, onları yadsımak değil, ortak duyguları paylaşmak.
Portishead'in şarkılarını özümseyerek dinlerseniz, dile getirilen aşk ızdıraplarında, duyarsızlığa tepkide, yalnızlaşmada her insanın kendisinden bir şeyler bulması kaçınılmazdır. Çünkü ifade edilenler, insanı insan yapan duygulardır. Beth Gibbons'ın titreyen, kırılgan sesi kalbinizin içinde öyle bir yerinden yakalar ki sizi, artık bağımlısınızdır o müziğe. Portishead gibi trip-hop türünün evrilmesinde dönüm noktalarından biri olan bir grubu canlı dinlemek, her konserdeki gibi tanıdık şarkılar çalınırken yaşanacak hazzın ötesinde neden önemliydi? Önemliydi; çünkü bugüne kadar kaset, plak, CD ya da dijital olarak dinlediğimiz bir sesin, eşzamanlı olarak atmosferde yayılırken üzerimizde yaratacağı etki farklı olacaktı.
Bu düşüncelerle sabırsızlıkla bekledim festivali. Küçükçiftlik Park'ta gerçekleşen etkinlikte kapılar öğleden sonra 14.30'da açıldı. Akşam 22.00'daki Portishead konserine kadar, Telepotik, The Away Days, Thought Forms, The Ringo Jets ve Savages sahne aldı. Ben The Ringo Jets'in sonuna yetişebildim ve ancak bir iki şarkı dinleyebildim. Her zamanki gibi çok dinamik, zımba gibi çalıyorlardı.
SAVAGES BİTMEYEN ENERJİSİYLE ÇARPTI
Dün Savages'ı beşinci kez canlı dinledim. Bauhaus, Cabaret Voltaire, Suicide, Joy Division karanlığını ve post-punk soundunu olağanüstü bir enerjiyle sahneye yansıtabilen müthiş bir grup Savages. Ancak müziklerinin de karakteri dolayısıyla, bana göre, ufak ve kapalı salonlarda verdikleri konserler çok daha etkili oluyor. SXSW'da iki kere açık havada dinlediğimde bundan bir kez daha emin olmuştum. Geçen yıl çok iyi çıkış yapsalar da, Türkiye'deki ilk konserlerini verecek olmaları, alacakları tepki açısından düşündürüyordu beni. Nitekim grubun müziğine fazla aşina olmayan kalabalık, genellikle tepkisizdi konser sırasında. Elbette arada kendini müziğe kaptıranlar da vardı ama sayıları azdı. Savages'ın müziği, bir yerde sabit durarak dinlenebilecek türden değil; gitar riff'leri ve davul vuruşları öylesine güçlü ki, altyapıdaki ritmik yapı dinleyiciyi derhal içine alıyor. Grubu Salon gibi ufak ve kapalı bir mekanda dinleseydik, farklı bir konser olacağına eminim. Fakat yine de Savages'ın bitmeyen enerjisine tanık oldu dinleyiciler.
Her zamanki gibi siyahlar içinde sahneye çıkan dört kadın müzisyenin karizması da güçlü müziğe eklenince, Savages, estetik farkını ortaya koyuyor. Gitarist Gemma Thompson, bas gitarist Ayşe Hassan ve baterist Fay Milton'ın enstrümanlarına hakimiyetinin yanı sıra, vokalist Jehnny Beth'in sesindeki kararlılık, bu grubun en sağlam yanı. Hem duruşları hem de şarkı sözleri bıçak gibi keskin. Toplumda cinsiyetler için belirlenen rollere, dayatılan görüşlere, baskılara karşı duran özgürlükçü tavırlarını sahneye de çok başarıyla yansıtıyorlar. Jehnny Beth, "Aşağılık heriflerin moralinizi bozmasına izin vermeyin!" diye tekrar tekrar söylerken, yüzündeki ifade ve bedeninin aldığı duruş o kadar uyumlu ki, bunu ancak ya rolüne çok iyi çalışmış usta bir oyuncu yapabilir ya da oyuncu değilse söylediği sözleri yürekten savunan bir müzisyen… Sözleri de yazan Jehnny Beth, ikincisi elbette.
Savages'ın dünkü yaklaşık bir saatlik konseri, daha önce izlediklerim arasında en unutulmaz olanı değildi ama bunun grubun performansı ile ilgisi yok; atmosfer, dinleyici farkı belirleyiciydi; kitleden sahneye ateşleyici bir yansıma olmadı. Londra'da terk edilmiş bir endüstriyel yapı olan Electrowerkz'in içinde, karanlık ve dar bir mekanda, tıkış tıkış bir ortamda onları ilk kez dinlediğim konseri unutamıyorum. Muhtemelen bundan sonra da her konserlerini onunla kıyaslayacağım. Yine de konserin SXSW'dan çok daha tatmin edici olduğunu belirtmeliyim.
(Merak edenler için Savages'ın çaldığı şarkılar: Flying to Berlin - I Am Here - Shut Up - City's Full - I Need Something New - Dream Baby Dream (Suicide cover) - Strife - Waiting for a Sign - She Will - No Face - Husbands - Hit Me - Fuckers)
PORTISHEAD BÜYÜSÜNÜ YAŞADIK
Saat tam 22.00'da sahnedeydi Portishead. "Third" albümün ilk şarkısı "Silence" ile açtılar konseri. Başında Portekizce bir sample'da şöyle der Brezilyalı dövüş sanatı ustası Claudio Campos: "Üç kurala dikkat et, Ne verirsen o sana geri döner, Bundan ders almalısın, Sadece hak ettiğin şeyi alırsın." Beth Gibbons'un "Did you know what I lost?" diye soran sesini duyduğum anda, ayinsel bir konserin içinde olduğumuzu biliyordum. Bir konser mekanını dolduran insanların hemen hepsinin ezbere bildiği şarkıların canlı çalınıp söylenmesinin nasıl dipten gelen bir etkileşim yarattığına tanık olanlar bilir; bu hissi yaratabilen başka bir sanat dalı yok. Müziğin gücünü iliklerinize kadar hissedersiniz, diz çöküp eğilirsiniz o güç karşısında.
Beth Gibbons'ın mikrofon önünde hareketsiz durarak kendini tümüyle şarkıya adayışı da ritüelin bir parçası. Massive Attack konserlerinde de gördüğümüz bu bilinçli hareketsizlik, müziğin yapısından kaynaklanıyor. Ses titreşimleri tam dokunması gereken yere dokunduğundan müzisyenin sabit ya da olabildiğince hareketsiz kalarak o etkiyi bozmaması önemli kanımca. Sahnedeki dev ekrana yansıtılan görüntüler arasına dev Beth Gibbons silüetini yerleştirmek de hedeflenen işlevi görüyor. Bir tür büyülenme durumu söz konusu Portishead konserinde. Yazının girişinde de açıkladığım gibi, duygu paylaşımının en yoğun olduğu konserlerde ortaya çıkıyor bu durum. Portishead ile yıllar içinde demir zincirlerle bağ kurmuşuz; şarkıların başında duyduğumuz birkaç notayla içimizde bir şeylerin titremesini başka türlü açıklamaz olanaksız.
Dün akşam Beth Gibbons'a Adrian Utley ve Geoff Barrow ile birlikte sahnede gitar, bas gitar, bateri, synth, elektronik sesler ve klavyede eşlik eden toplam altı müzisyen vardı. Bir tek sahnede turntable görmediğim için şarkılardaki scratch seslerinin önceden kayıt edildiğini tahmin ediyorum. Tıkır tıkır işleyen, son derece profesyonel bir akışla toplam 1.5 saatte 15 şarkı çaldı Portishead. En sevilen şarkılarından "Mysterons", "The Rip", "Sour Times", "Wandering Star", "Machine Gun", "Glory Box" ve "Roads"u seslendirmeyi ihmal etmediler. Türkiye'deki ilk konserleri olduğunu düşünürsek, dengeli bir setlist hazırladıkladıklarını söyleyebiliriz. 2008'de yayınladıkları son albüm "Third"den 6, 1997 tarihli ikinci albüm "Portishead"den 3 ve 1994 tarihli çıkış albümleri "Dummy"den 5 şarkı seçmişlerdi. Herhangi bir albümlerinde yer almasa da setlist'e giren şarkı, 2009'da İnsan Hakları Günü'nde Amnesty International örgütüne yardım amacıyla kaydettikleri "Chase the Tear" oldu. Grubun seçimlerine tabii saygı duyuyorum, sadece içimden "All Mine" ile "Undenied"ı da duymak geçmişti.
Konserin unutulmaz anlarından birisi, "Machine Gun" çalarken ekranda beliren Gezi Direnişi görüntüleri oldu. "Istanbul United" yazısıyla birlikte, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın renkleriyle yazılan "BERABER" sözcüğü dikkat çekti. Şarkının sonunda çok güçlü duyulmasa da "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganı da atıldı. Böylece Gezi'ye selam göndermiş oldu grup.
Beth Gibbons, özgün vokaliyle kendisinden sonra gelen birçok kadın müzisyeni etkiledi. Yıllar önce New York'ta solo bir konserine gitmiştim. Sahnedeki hafif öne doğru eğik duruşu, saçı, giyimi aynıydı; yine gözlerini kapayıp yüreğinin en derin yerinden gelen sözleri söylüyordu. Herkes onda kendisine ait bir şeyler buluyordu; kimisi için aşk açısı çeken bir kadın, kimisi için duygularını en kırılgan şekliyle paylaşan bir dost, kimisi için de saflığın sembolüydü… Kadındı… Tutkulu bir insandı… Müthiş duyarlı bir sanatçıydı… Dün Küçükçiftlik Park'ta konser sonunda sahneden inip dinleyicilerin elini sıkarken, konserin başında söylediği kuralları o da yeniden yaşıyordu: Ne verdiyse o kendisine geri dönüyordu. Onun içtenliğinin karşılığı, büyük bir ilgi ve sevgiydi.
Portishead'in iç dünyamızda yarattığı kasırga, sanırım dün akşam konserde olan herkesin müzik serüvenine büyük harflerle yazıldı. Bana göre kuşkusuz yılın en iyi açık hava konseri oldu.
(Setlist: Silence - Nylon Smile - Mysterons - The Rip - Sour Times- Magic Doors - Wandering Star - Machine Gun - Over - Glory Box - Chase the Tear - Cowboys - Threads // Bis: Roads - We Carry On)
(Fotoğraflar ve video bana aittir.)