27 Eylül 2014 Cumartesi

MÜZİĞİN DAĞITIM VE SATIŞ YÖNTEMLERİNDEKİ SON GELİŞMELERE DAİR BİR ANALİZ


By on 15:33:00

27.9.2014

Aslında müziğin dağıtım ve satış yöntemlerinde yaşanan gelişmeleri, U2'nun sürpriz bir şekilde Apple ile işbirliği yaparak yayınladığı yeni albümü "Songs of Innocence" sonrasında yazmayı düşünmüştüm ama iyi ki beklemişim; çünkü dün akşam bu konuyla doğrudan ilgili bir gelişme daha oldu. Son birkaç gündür sosyal medyadaki hesaplarından birtakım görseller paylaşıyordu Thom Yorke. Sonunda beyaz bir plak görüntüsü ile birlikte, "Stanley Donwood ve ben eski materyalleri gözden geçiriyoruz; bu arada Radiohead stüdyosunda overdub'lar sürüyor," şeklinde bir bilgi verdi. Herkes beyaz plağın anlamını çözmeye çalışırken, dün gece bir anda aldığımız e-postayla, yeni bir solo Thom Yorke albümünün BitTorrent (BT) aracılığıyla yayınlandığını öğrendik. "Tomorrow's Modern Boxes" adını taşıyan albüm, müzik tarihinde BT protokolü üzerinden ücretli olarak yayınlanan ilk albüm oldu. Nasıl oldu da bugüne kadar adı çoğunlukla korsan paylaşımlarla anılan bir uygulama bu şekilde kullanılmaya başlandı? Bunu olabildiğince açık, kapsamlı ama basit bir dille anlatmaya çalışacağım. Bu arada Apple ve U2 anlaşmasına da gelecek sıra...

Müzik Tarihinde Değişen Formatlar

Müzik tarihine bakarsak, müziğin dağıtımı ve yayımı için gerçekleşen aşamalar oldukça etkileyici. İnsanlık, canlı müzikten radyoya, radyodan plaklara, plaklardan 8-track bantlara, oradan kasetlere, kasetlerden CD'lere, CD'lerden dijital formatlara vardı. Kasetin ardından 1980'lerde CD'li günleri yaşamaya başladık. İlk ticari CD, Billy Joel'e aitti. 1 Ekim 1982'de altıncı albümü '52nd Street', bu formatta basılan ilk albüm olmuştu. (İlk olarak 1978'de yayınlanan albüm, 1982'de CD olarak yeniden basıldı.) Elbette CD'lerin ortaya çıkış süreci, daha önce, 1974 yılında başlamıştı ama müzikte yaygın ve ticari olarak kullanılmaya başlanma tarihi 1982. Aradan 25-30 yıl geçtikten sonra, CD satışlarında düşüşler başladı; bugün artık giderek daha az insan CD alıyor.

CD satışlarının düşmesinde en önemli etken, müziğin dijitalleşmesi ve kuşkusuz MP3 teknolojisinin gelişmesi. İlk MP3, 1987'de Karlheinz Brandenburg tarafından Suzanne Vega'nın "Tom's Diner" adlı şarkısı için yapıldı. O anda dijital müzik devrimi başlamıştı. Bugün dünyada müzik satışlarını değerlendiren raporlara baktığımızda, fiziksel formatların hızla azaldığını, dijitalde gün be gün artış olduğunu net olarak görebiliyoruz. (Arada bir ufak kaymalar oluyor ama genel olarak durum bu.) Plak satışlarında son yıllarda bir ölçüde artış görülse de, ben uzun zamandır geleceğin stream teknolojisinde olduğunu düşünenlerdenim.

Peki fiziksel formattaki bu düşüşün nedeni nedir derseniz, elbette tek bir nedeni yok. MP3 çalarlar sayesinde her an her yerde yanınızda onbinlerce şarkıyı taşıyabilme gibi olağanüstü bir olanağa sahip olmamız ve internetin hayatımızın her anını yönlendirir hale gelmesi, müziğin de dijital olarak dinlenip satın alınmasının önünü açıyor. Bana zaman zaman şu soru sorulur: "MP3 mi plak ya da CD mi?" Getirdiği kolaylıklar nedeniyle MP3 de dinliyorum; seyahate giderken ya da sokakta yürürken bana yoldaşlık eden şarkıları yanımda götürmeme yardım ettiğinden, benim için vazgeçilmez bir format bu. Ancak ses kalitesi daha iyi olduğundan ve fiziksel olarak albümü kapak tasarımıyla bir bütün halinde sanat eseri şeklinde görmeyi sevdiğimden, plak edinmeyi de çok seviyorum. Sonuçta ikisinin de yeri ayrı, birinin varlığı diğerini yok etmiyor benim için.

Fakat herkes için böyle olmayabilir; fiziksel albüm formatlarının artık daha az tercih edilir olmasının ardında yatan temel bir neden daha var. Sonuçta MP3 teknolojisinde ses, CD ve plak kadar kaliteli değil ama maliyeti daha ucuz. Plak şirketleri müzik dağıtımındaki bu gerçeğin çok geç farkına vardı ve uzun süredir elde ettikleri büyük kazançları aynen sürdürmek için de epey direndiler. Bence bugün de büyük kısmı manzarayı tam olarak görebilmiş değil. Spotify, ilk kurulduğunda bu kurumla işbirliği yapmakta tereddüt ettiler; beş yıl önce yazdığım bir yazıda bu sistemin "yasal Napster" olarak adlandırıldığını belirtmiştim. Plak şirketleri, eskiden olduğu gibi hem sanatçılara ödedikleri teliften kısmak, hem de dinleyicilerin cebinden bolca almak yoluyla elde ettikleri devasa kazançları eskisi gibi devam ettirebileceklerini sandı. Oysa artık fiziksel format tek yol olmaktan çıkınca, müzisyenlerin dinleyiciyle buluşması için plak şirketlerine gereksinim kalmıyordu. 1990'ların sonundan itibaren Napster gibi, Kazaa, LimeWire, Freenet gibi yasadışı dosya paylaşım sistemlerinin (peer-to-peer ya da P2P) ortaya çıkışıyla, işin rengi tamamen değişti. İnsanlar, aniden dev bir müzik arşivine hiçbir ücret ödemeden sahip olmaya başladılar. Bana göre korsan kitap basıp yazarın emeğini sömürerek haksız çıkar/kazanç elde etmekten bir farkı yok bunun. Evet, müziği çok seven insanlar paylaşıp indiriyordu o dosyaları ama olan asıl yeni çıkış yapmaya çalışan müzisyenlere oldu. Büyük plak şirketlerinin gelirlerinin düşmesi ya da zaten dünya çapında ün ve büyük bir servet kazanmış gruplar değil endişem; albüm yapıp hayatını sürdürmeyi uman bir sanatçının hayallerinin suya düşmesi...

Bağımsız Yaratıcıların Desteklenmesi

Bu gelişmeler sonucunda net olarak ortaya çıkan şuydu: Ün kazanamamış bir müzisyen artık sadece albüm yaparak hayatını sürdüremez; mutlaka ek bir iş yapmalı ve arta kalan zamanında müziği hobi olarak sürdürmeli. Sanatın bu kadar değersizleştirilmesiydi bana dokunan. Müzik yapabilmek, herkeste bulunmayan çok önemli bir yetenek. Bir insan mimar olarak hayatını kazanabiliyorsa, müzisyen olarak da kazanabilmeli, toplum, sanatçıya o yeteneğe sahip olduğu için gereken değeri vermeli. "Değer sadece maddi olarak ölçülmez," diyenler var buna karşı. Ancak hayatın gerçekleri de belli; kendini idare edecek kadar maddi güce kavuşamayan sanatçı, sokakta dilenmeye mi başlayacak? Sanatçının eserini ücretsiz ediniyorsanız, o hayatını idame ettiremez olduğunda, "Sanatı güzel, değerli benim için," dediğinizde kendinize inanacak mısınız?

Sonuçta bunları yazarak, yasadışı dosya paylaşım sistemlerinin sanatçının hakkını yediğini anlatmaya çalışıyorum. Plak şirketlerinin aşırı para hırsı yüzünden çok pahalıya satılan albümlerin sonu dijital devrimle geldi. Bu durumda, 'o zaman madem eskisi gibi çok para ödemiyorsunuz, biraz daha az ödeyin' denildi, CD fiyatlarında düzenlemeler yapılmak istendi ama tutmadı. Artık bir kere ücretsiz müzik indirme başlayınca, sistem iflah olmadı.

1993'te Kaliforniya Ünivsersitesi bünyesinde Rob Lord, Jeff Patterson ve Jon Luini tarafından kurulan The Internet Underground Music Archive, şarkıların indirilmesine olanak verilen ilk online mecraydı ama herhangi bir plak şirtketine bağlı olmayan müzisyenlerin müziklerini duyurma amacıyla başlatıldığından ücretsizdi. Daha sonra 1998'de Ritmoteca.com bir iş modeli olarak geliştirildi ve şarkılar 0.99 dolardan, albümler 9.99 dolardan satılmaya başlandı. Ardından büyük plak şirketlerinin de devreye girmesiyle çeşitli MP3 satış siteleri açıldı ama hiçbiri tutturamadı; çünkü artık Napster müzik dünyasını iyiden iyiye avucuna almıştı. 9 Ocak 2001'de Apple'ın iTunes'u hayatımıza sokmasıyla yeni bir aşamaya geçildi. 28 Nisan 2003'te iTunes online mağazası hizmete girdi ve müziğin mal olarak görüldüğü bu sistemde şarkılar albüm ruhu bozularak tek tek satılmaya devam etti ve diğerlerinin aksine sektörde büyük bir pazar edindi iTunes.

Hep düşünürüm, kitabım tümüyle değil, bölüm bölüm satılsa ne hissederdim diye... Roman değil bir öykü kitabıysa bile, bütünlüğün bozulmasından üzüntü duyardım. Üstelik albümleri müzisyenlerin düşüncelerini/hayallerini açıkladığı bir sanatsal form olarak gördüğümden, onların ruhunu incelemeyi çok seven birisi olarak şarkılar tek tek satıldığında içim acıdı. Ancak dijital dünyanın hızı ve hırsı karşısında yapacak bir şey yoktu; iTunes kısa sürede hemen herkesi alıştırdı bu düzene. iTunes'un bir diğer kötü yanı, satıştan % 30 dolayında pay alması. Bu durumda yine olan ayakta durmak için zorlanan tanınmayan sanatçılara oluyor.

Radiohead'in "Ne Kadar Ödeyeceğini Kendin Belirle" Deneyimi

Müzik endüstrisindeki kargaşa sürerken, 2007'de Radiohead'den bir atak geldi. Plak şirketleriyle anlaşmaları bitmişti; yedinci stüdyo albümleri 'In Rainbows'u kendi siteleri üzerinden "ne kadar ödeyeceğini kendin belirle" mantığıyla dijital olarak yayınladılar. O günü hatırlıyorum; anında siteye girip bir albüme ne kadar ödüyorsam onu ödeyip almıştım. Sonra çevremde pek çok kişinin "0" yazıp bedava indirdiğini öğrendim. Radiohead'in yaptığı, hem gözü doymayan plak şirketlerine hem de müzisyenlerin üzerinden haksız kazanç sağlayanlara atılan bir tokattı aslında. Thom Yorke'un söylediğine göre, 'In Rainbows'a ödenebilecek en fazla miktarı £99.99 olarak belirlemişlerdi ve bu miktarı ödeyen 15 kişi vardı, grup üyeleri o 15 kişi arasında değildi. 'In Rainbows'un gruba ne kadar satış geliri sağladığı rakamsal veri olarak hiç açıklanmadı; birçok kişi BitTorrent'ten bedave indirse de, bir önceki albümleri 'Hail to the Thief'ten daha fazla kazandıkları söylendi.

Fakat bu modelin şöyle bir sıkıntısı vardı: Radiohead gibi kariyerinde doruğa ulaşmış bir grup, plak şirketine rest çekip "ne ödeyeceğini kendin belirle" yöntemiyle kendi sitesinden yayınlayabilir ve buna karşın yine eskisi kadar gelir elde edebilir; ama onlar kadar bilinmeyenler/yeni yola çıkanlar bunu yaparsa bu modelin işlemeyeceği gün gibi açık. Yani herkesin kullanabileceği bir yöntem değildi bu.

Stream Sistemlerinin Gelişimi

Müzisyenler, müzik endüstrisinin ileri gelenleri, bu sorun üzerinde düşünmeye devam ederken, bir yandan da albümler yayınlandığı anda yasadışı paylaşım sitelerine düşüyor ve büyük bir kesim yine hiçbir karşılık vermeden müziği bilgisayarına indiriyor. Çoğunun gerekçesi de, "İndirmezsem çoğu albümü dinleyemem, hepsini almaya param yetmiyor," şeklinde. Oysa artık müziği bilgisayara doğrudan indirmeden de dinleme yolları var. 2000'lerin ikinci yarısından sonra Spotify, Deezer, Pandora gibi stream servislerinin kurulmasıyla, müziği bedava indirenlere bir anlamda "Tamam, eskisi kadar çok para vermeyin, sadece ayda bir verip üye olun ve çok sayıda müziğe hem bilgisayarınızdan hem de telefonunuzdan ulaşın," dendi. Akıllı telefonların gelişmesiyle artık insanlar özel bir MP3 çalar yerine telefonlardan müzik dinlemeye başlar olmuştu. Farklı üyelik önerileriyle çıkıldı dinleyicinin karşısına. Yeni müzikler keşfetmek için iyi birer platform olan bu sistemler, bir ölçüde başarı kazandı. "Müzik bilgisayarıma doğrudan inmese de, ayda belki birkaç albüm alabileceğim kadar bir para veririm, bunun karşılığında istediğim anda sayısız şarkıyı dinleyebiliyorsam ne fark eder?" diye düşünenler ikna oldu. Stream servislerinin yıllar içinde gelişme oranına baktığımızda da belli artışlar var.

Bunun yanında hem Soundcloud gibi müzisyenlerin müziklerini internet üzerinde dinleyiciyle paylaşmasına hem de Bandcamp gibi doğrudan satışa sunmasına olanak veren siteler açıldı. Her birinde sadece 30-40'ar saniyesini değil, tümünü dinleyebildiğiniz çok sayıda şarkı var; albümlerin bir kısmı bu mecralarda paylaşılıyor. Bana göre bugün bağımsız müzisyenleri desteklemek için en ideal site Bandcamp. Birçok muhteşem albümü orada dinleyip keşfediyorum, beğenince de alıyorum. iTunes ya da Spotify gibi, farklı anlaşmalarla büyük plak şirketlerini ya da müzisyenleri kayıran bir sistem de yok orada. David Byrne ve Thom Yorke'un başını çektiği bir grup müzisyen, Spotify'da stream başına ödenen teliflerde büyük grupları ve bazı plak şirketlerini kayıran, tanınmayan müzisyenlerin aleyhine, bağımsızları dışlayan bir sistem kurulduğunu söyleyerek ciddi şekilde eleştiride bulunuyorlar. Ancak Bandcamp'teki sistem farklı. Merchandise denilen grupla ilgili özel tasarlanmış eşyaların satışından % 10, download üzerinden ise % 15 pay alıyor Bandcamp, Inc. Satış tutarı 5000 dolara ulaşırsa, download üzerinden alınan pay % 10'a iniyor. Müzisyen, müziklerini yüklemek için ücretsiz hesap açıp istediği fiyatları belirleyebiliyor; ayda 10 dolar ödeyerek Bandcamp Pro hesabı açarsa, dinleyicileri için şahsa özel dinleme sağlayabiliyor, indirim kodu gönderebiliyor. Bandcamp'in müzisyenler için tek olumsuz yanı, stream'den gelir yaratmaması, müzisyeni desteklemek istiyorsanız tek yol albümü/şarkıyı almak.

Soundcloud'da ise, yine ücretsiz hesap açılabiliyor ama yükleyebileceğiniz data süresi 2 saat. Pro hesap açmak için ayda 6 dolar ya da yılda 55 dolar öderseniz, bu dört saate çıkıyor. Sınırsız hesap için ayda 15 dolar ya da 135 dolar ödüyorsunuz; ancak sınırsız dendiğine bakmayın, haftada en fazla 30 saaatlik müzik yükleyebiliyorsunuz. Soundcloud'daki stream'lerden gelir elde etmiyor müzisyen. Bunun için SoundExchange ile işbirliği yapıp, müziğinizi lisanslamanız gerekiyor. Sonuçta Soundcloud, satıştan daha çok paylaşım odaklı bir mecra.

Görüldüğü gibi, kapitalist sistemde müzisyenin yaşam mücadelesi hiç de kolay değil. Kodamanların, tuzu kuruların dışında kiminki kolay ki? Kimseninki... Ama eğer bizler müzik sevdalıları olarak, tanınmayan ama iyi müzik yapanların yaşam mücadelesini zorlaştırmak değil kolaylaştırmak istiyorsak, bunların dışında bir yol bulunması için beynimizi zorlamalıyız. Hem sonuçta albüm gelirleri yok olma aşamasına gelince, neredeyse tek gelir kaynağı olarak konserler kaldı. Son yıllarda tüm dünyada yaşanan festival ve turne patlamasının nedeni de bu. Konserlerin artması iyi ama aynı oranda bilet fiyatları da artıyor. Endüstrinin var olması için birileri para kazanmak zorunda; sonuçta o da yine konser izleyicilerinden çıkıyor. Üstelik onların ödediği paralar da yetmiyor; bankalar ve büyük şirketler sponsor olunca, etkinlik alanları onların reklamlarıyla donatılıyor. Bir yandan sistemi sorgulayan şarkılar, diğer yanda da holding reklamları olunca, müzik dünyası benzersiz bir yapaylığın içine sürükleniyor.

Müziği yasadışı yollardan bedava indirenlerin kullandığı bir diğer gerekçe de şu: "Ben grupları konserlerine giderek destekliyorum ama müziklerini alırken para vermiyorum." Zaten çoğu müzisyen ve plak şirketi artık albüm satışından para kazanmayı bir kenara itmiş olduğundan, konserlere yükleniyor. İyi ama konser verip yeterince insanı toplayabilenler için sorun önemli ölçüde çözülse de, tanınmayan, ismi bilinmeyen müzisyen için bu da gerçerli değil. Ne albüm satabilecek ne de konser önerisi alacak... Bu durumda nasıl destekleyeceksiniz o sanatçıları? Ürettikleri müzik nedeniyle onları destekleyecek bir sistem yaratmak en doğrusu değil mi?

U2 ve Apple'ın Rahatsız Edici İşbirliği 

Bildiginiz gibi, tam da bu aşamada geçenlerde sahneye yine Bono çıktı. Apple ile 2004'te özel bir U2 iPod'u için işbirliği yapmış, sadece kırmızı ve siyah renginden başka hiçbir farkı olmayan aleti U2 üyelerinin imzasıyla 50 dolar daha pahalıya satmıştı Apple. Ama bu kez, 10 yıl sonra daha büyük bir skandala imza attı grup. Apple'ın yeni telefonu iPhone 6'in bütün dünyanın canlı izlediği basın toplantısında aniden sahneye çıkıp, yeni albümünün bir anda 'bedava' olarak bütün iTunes kullanıcılarına gönderildiğini açıkladı. Tüm dünyadaki yaklaşık 500 milyon iTunes kullanıcısı, 'Songs of Innoncence'a tek bir kuruş ödemeden, kendi arzusu dışında sahip oldu. Albüm için 'bedava' dendi; doğru hiçbir dinleyici para ödemedi ama aslında albüm hiç de ucuz değildi; Apple'ın patronu Tim Cook, albümü bu yöntemle iTunes üzerinden dağıtmak için U2'ya 100 milyon dolar ödediklerini söyledi. Yani U2, albümünü Apple şirketine satıp gelir endişesini sıfırlamış, bir de üzerine 'bedava' diye caka satıyordu. Sonuçta bir rock grubu ve müziği, dünyanın en büyük holdinginin marka yüzü haline geldi. Maliyet açısından bakarsanız, U2 için çok hesaplı bir iş; albüm yayınlandıktan sonraki birkaç gün içinde 38 milyon insan ya indirmiş ya da stream yoluyla dinlemiş. Bir de üzerine 100 milyon dolar gelince, keyifleri yolunda... Ama Apple açısından çok pahalıya patlayan bir anlaşma olduğu kesin.

Beni bu anlaşmada en çok rahatsız eden şey, müziğin değersizleştirilmesiydi. Belki de radyolarda sevdiğim şarkı çıksın da dinleyeyim diye saatlerce bekleyerek büyüdüğüm için... Belki de müziğin kapitalist düzenle bu kadar el ele olmasından nefret ettiğim için... Müziğe ulaşmak için çok zaman ve emek harcayan bir kuşaktan gelince, bugünkü ortamda bir tıkla indirilip sonra bilgisayarın derinliklerinde unutulup giden albümlere üzülüyorum. Dinleyici, müziğe ulaşmak için bilinçli bir çaba göstermeli; elbette bazı şeylerin artık daha kolay olması kötü bir şey değil ama dünyanın en büyük rock gruplarından birisinin albümünü isteğiniz dışında bilgisayarınızda bulunca ne anlamı kalıyor bunun? Uygulanan yöntem o kadar rahatsız ediciydi ki, kapıya ücretsiz bırakılan ve sonra da 'en çok satılan gazete' diye yutturulmaya çalışılan Zaman gazetesine benzedi albüm. Apple, dünya çapında ortaya çıkan şikayetler üzerine albümün iTunes'dan atılması için özel bir yöntem geliştirmek zorunda kaldı. Ayrıca U2 konumunda bir grup, Apple ya da başka bir holdingle bu tip anlaşmaları yapmakta hiç zorlanmayabilir ama müzik bu şekilde değersizleşirse, yola yeni çıkan müzisyenler ne yapacak? Bono ve arkadaşlarının onları düşündüklerini sanmıyorum. Albümün adının tersine, hiç masum bir yöntem değildi U2 ve Apple anlaşması.

Thom Yorke + BitTorrent Sürprizi 

Biz daha bu meseleyi tartışmayı sürdürürken, bir de baktık yazının en başında söz ettiğim gelişme yaşandı: Thom Yorke, ikinci solo albümünü aniden BitTorrent üzerinden 6 dolar karşılığında yayınladı! Tam da U2/Apple olayının üzerine gelince Twitter'da aşağıdaki değerlendirmeyi yaptım. Nasıl gördü bilmiyorum ama Paulo Coelho'nun bu tweeti beğenip 9.5 milyon takipçisiyle paylaşması da bana sürpriz oldu.


BitTorrent, daha önce belirttiğim gibi, Radiohead'in 'In Rainbows'u yayınladığı sırada korsan indirmeler dolayısıyla zarar görmesine neden olan bir P2P dosya paylaşım sistemi. Neden onu tercih etti diye düşünülünce, çeşitli teoriler üretilebilir. Ama bana göre, şu andaki sisteme karşı çıkıp, onun yerine herkesin kullanabileceği paralı bir yöntem geliştirmeye çalışıyor. Radiohead ya da Thom Yorke, daha fazla gelir elde etmek istese, albümleri yayınlamak için mecra bulmakta sıkıntı çekeceklerini sanmıyorum; istedikleri her yer ile özel bir anlaşma yapıp çok yüksek ücretler talep edebilirler, uzun yıllardır o konumdalar. Thom Yorke, Spotify'a ve U2 uygulamasına karşı çıkarken, ayakta durmak için çabalayan bağımsız müzisyenleri, yaratıcı gücünü kullananları gözetiyor. Zaten fotoğrafını paylaştığım açıklamasında da bunu net olarak belirtiyor.

BitTorrent'in tercih edilmesi ayrıca ilginç. Çünkü adı korsan müzik indirme ile anılan bir yapıyı, yasal düzleme çekme çabası var burada. Daha önce başka müzisyenler de BirTorrent'i kullanarak bazı materyaller yayınladılar, hatta Moby 'Innocents' adlı albümünü kendi plak şirketi Little Idiot'tan yayınladıktan çok kısa bir süre sonra tümüyle bedava olarak BitTorrent'ten paylaştı. Ancak bunların hepsi ücretsiz paylaşımlardı. Thom Yorke'un BitTorrent üzerinden 6 dolar karşılığında albüm satması, korsanı hedefleyen bir yöntem. Bir yerde bükemediği eli sıkıyor. Ama bu el sıkışma bilinen BT yöntemine göre değil, Yorke'un kurallarına göre şekil alıyor. Tabii BitTorrent de buna eğilimli olmasa böyle bir buluşma gerçekleşmezdi. BT yetkililerinin bir süredir bu yönde bir çaba içinde oldukları biliniyordu.

Peki bu işe yarar mı? İnsanlar müziğe bedava sahip olabildiği sürece para ödeyip almayı tercih eder mi? İki saat içinde BitTorrent'ten benim gibi 34.900 kişi, 6 dolar ödeyip Thom Yorke'un yeni albümünü satın almış. Ancak albüm yayınlandıktan sonra henüz bir saat olmamıştı ki, malum sitelere düştü. Çoğu kişinin oralardan indirdiğini tahmin ediyorum. Bunun bitmesi için dinleyicinin müziğe yaklaşımının, algısının değişmesi gerekiyor. Daha önce de albümleri yasal olarak indirmek için çeşitli platformlar vardı ama BitTorrent'i yasal alana kaydırmak önemli. Bir de dün sosyal medyada, "Thom Yorke gibi bir müzisyenin 8 şarkıdan oluşan yeni albümü sadece 6 dolar. Korsan indirmeyin artık, alın bu albümü," diyen çok kişi gördüm. Aracılar aradan çıkınca, müziğin maliyeti düşebilir ve dinleyicinin ödediği paranın çok büyük kısmı müzisyene gidebilir. Yapılması gereken bu.

Milyon dolarlık U2'ya özel Apple yöntemindense, Thom Yorke + BitTorrent işbirliği, genel anlamda her aşamadaki ünlü/ünsüz müzisyeni gözeten ve herkesin uygulayabileceği bir yöntem olarak düşünülmüş. Tabii başarılı olursa... 'Neden Bandcamp'i kullanmadı?' diye soranlar da var haklı olarak. 'Tomorrow's Modern Boxes' bir bundle olarak yüklü bir dosya halinde indiriliyor, içinde video da var. Teknik olarak BitTorrent tercih edilmiş olabilir ama asıl neden, belirttiğim gibi, korsanla adı özdeşleşmiş bir yapıyı yasal alana çekme deneyimi olmalı.

Bu mesele burada bitmiyor elbette. Tam anlamıyla işe yarar bir düzen kurulana kadar daha çok çalkantılar olur diye düşünüyorum.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate