23 Eylül 2014 Salı

PORTISHEAD'İN TARİHİNE IŞIK TUTAN 6 KAYIT


By on 12:23:00

23.09.2014


Türkiye’de müzikseverlerin uzun yıllardır beklediği bir konser, sonunda bu ay gerçekleşiyor. 23 yıl önce Bristol’de Beth Gibbons ve Geoff Barrow tarafından kurulan Portishead, 20 Ağustos’ta İstanbul Küçükçiftlik Park’taki Midtown Fest kapsamında ülkemizdeki ilk konserini verecek!

Rolling Stone dergisinin, benim de çok beğendiğim bir ifadeyle, “Gotik trip-hop” diye tanımladığı Portishead soundu, özellikle 90’larda ilk gençlik döneminin bunalımlarını yaşayanlar için eşsiz bir sığınma aracıydı. Beth Gibbons’ın kırılgan vokali, tekinsiz cızırtılı sesler, soul müziği ve 1960-70’lerin film müziklerinden gelen esintilerle buluşunca ortaya çıkan film noir ruhu öylesine kavrayıcıydı ki, Portishead’in açtığı kapıdan koşarak girdik hepimiz. O zamana kadar Massive Attack ile tanışmış olanlar için tanıdıktı bu karanlık ve hipnotik sound. Nitekim Portishead’in müziğine yön veren prodüktör, besteci ve enstrümantalist Geoff Barrow, Massive Attack’ın ilk albümü “Blue Lines”ın kaydı sırasında prodüksiyon ekibinde de görev almıştı. 

Portishead’in 1994 tarihli ilk albümü “Dummy”, 90’ların başında özellikle Bristol’de gelişen trip-hop türü içinde dönüm noktalarından birisi oldu. Onunla da kalmadı; İngiltere’nin Britpop ile sarsıldığı aynı dönemde, yılın en iyi albümleri arasında kendine sağlam bir yer buldu ve gruba 1995 yılında En İyi İngiliz Albümü dalında Mercury ödülü kazandırdı. Trip-hop’un geniş kitlelere ulaşması açısından önemli bir işlev gördü o ödül. Bu albümün kaydı sırasında prodüktörlüğü Barrow ile ortak üstelenen Adrian Utley, kısa bir süre sonra gruba üçüncü üye olarak katıldı.

Bugüne kadar sadece üç stüdyo albümü ve bir konser albümü yayınladı Portishead. 1999-2005 arasında grup üyeleri farklı projelere yöneldi. Geoff Barrow ve Adrian Utley, prodüktörlüğe ağırlık verdi, Barrow ayrıca Beak adlı grubu kurdu; Beth Gibbons 2002’de solo albümü “Out of Season”ı yayınlayıp, film müziği çalışmaları yaptı. Ama bunlar olurken grup hiçbir zaman dağılmadı. 2005’ten bu yana yine bir aradalar, konser vermeye devam ediyorlar. 

2008’de yayınlanan üçüncü albüm “Third”den bu yana sabırsızlıkla yeni albümü bekliyoruz ama Portishead bu; “Söyleyeceğimiz bir şey olduğunu hissettiğimizde albüm yayınlarız,” diyorlar. Beklemeye devam ederken grubu İstanbul’da canlı dinlemek hayranlarına gerçekten iyi gelecek. Savages, Thought Forms, Telepolitik, The Away Days ve The Ringo Jets’in de katılacağı Midtown Fest’i heyecanla beklerken, konsere grubun unutulmaz şarkılarından bir seçkiyle hazırlanalım istedik. 

SOUR TIMES (1994)

Bu şarkı için, yıkıcı ama vazgeçilemeyen aşkların 90’lı yıllardaki en çarpıcı manifestolarından biriydi dersem yanlış olmaz. Beth Gibbons, ilk albüm “Dummy”den ikinci tekli olarak yayınlanan “Sour Times”da, kendisine sadık olmayan sevgilisini geride bırakırken, “Kimse beni senin sevdiğin gibi sevmiyor,” diyor; sesindeki tınılar, aşkın yaşattığı karmaşık duygularla hüznü mükemmel yansıtıyordu. Massive Attack’ın “Blue Lines” ile tamamen hakim olduğu trip-hop sounduna yenilik getiren ana unsur, Gibbons’un bu puslu sesiydi. 



*****

GLORY BOX (1995) 

“Dummy”den yayınlanan bir diğer tekli olan “Glory Box”ın, hem bir ilişkide kadın ile erkek arasındaki sorunlu etkileşimden söz ettiğini, hem de toplumda kadına biçilen rolle ilgili olduğunu düşünenler vardır. Ben ikinci gruptanım. Şarkının isminde bile bir ironi var. Avustralya ve Yeni Zelanda’da kadınların ilerde evlendiklerinde kullanacakları giysi ve eşyaları biriktirdiği sandığa verilen isim “Glory Box”, bizdeki çeyiz sandığına denk düşüyor. “Sadece kadın olmak istiyorum” sözleriyle akla kazınan bu parça, albümün hip-hop’a en uzak duran şarkısı; daha çok 1950’lerde barlarda çalınan soul şarkılarını andırıyor. Isaac Hayes’in “Ike’s Rap II” ve 1960’ların TV dizisi “The Adventures of Robinson Crusoe”dan sample’lar kullanılan, bir kez dinlense bile insanın aklında yer edebilecek melodisiyle Portishead klasiklerinden birisi. Adrian Utley’nin bu şarkıdaki mükemmel gitar tınılarının da altını çizmeden geçmeyeceğim tabii.



*****

ALL MINE (1997) 

Grubun kendi ülkesi İngiltere’de 8 numaraya kadar yükselerek Top 10’e giren tek şarkısı oldu “All Mine”. “Portishead” adlı ikinci albümde yer alan ve trip-hop ile caz füzyonu buluşturan bu parçanın, küçük bir kızın orkestra önünde şarkı söylediği akılda kalıcı bir videosu vardır. “Dummy”e göre daha karanlık ve klostrofobik bir soundu olmasının yanında daha deneyseldir bu albüm. Barrow ve Utley, prodüksiyon sürecinde önce orijinal müzik kaydedip, sonra onları şarkının içinde sample olarak kullanmıştı. Şarkının obsesif aşk sözlerini Beth Gibbons’un kırılgan yorumuyla dinlemek sarsıcı; videoda o sesin küçük bir kıza ait gibi görünmesi ise, aynı zamanda ürpertici.



*****

UNDENIED (1997)

“Portishead” albümünün üçüncü şarkısı, kanımca Beth Gibbons’ın duygularını en yoğun olarak yansıttığı şarkıdır. Aşkın karşısındaki güçsüzlüğün sesindeki titremelerde bulduğu karşılık, eşi bulunmaz bir içtenliğin de kanıtı. “Seni buldum, gözlerinin ardındakini gördüm. Nasıl devam edebilirim?” diye sorarken, saklayamadığı duyguların yoğunluğundan kendisi de korkuyor. Trip-hop’un en derin şarkıları arasında ayrı bir yere sahip “Undenied”. Yavaş ritmiyle gece karanlığındaki yalnız yürüyüşlerin değişmez soundtrack şarkılarından birisi aynı zamanda. Bıraktığı etki zamanın ötesinde, çarpıcı ve bağımlılık yaratıcı...



*****

MACHINE GUN (2008)

 Grubun yaklaşık dokuz yıllık uzun bir aradan sonra yayınladığı üçüncü albümü “Third”ün ilk teklisidir. Analog ile dijitali müthiş bir başarıyla birleştiren albümün daha agresif ve kaotik karakteri, bu şarkıda makineli tüfek sesi gibi sürekli tekrarlanan mekanik perküsyon ile örülen sentetik bir melodi ile kurgulanır. Bu açıdan New Order’ın “Blue Monday” adlı şarkısını hatırlatan şarkıda, minimal tekno ve dubstep unsurlarını bulmak da mümkündür. Sözleri farklı anlamda yorumlanabilirse de, benim düşünceme göre yürümeyen bir ilişkiyi ve insanın o durumda kendi içinde yaşadığı derin çelişkileri anlatır “Machine Gun”.



*****

THE RIP (2008)

 “Machine Gun”daki elektrikli, sert soundun yerine akustik gitar ve flüt ile bir İngiliz folk müziği şarkısı gibi başlar “The Rip”. Şarkının ilk yarısından sonra devreye giren perküsyon ve klavye ile sound canlansa da, albümde diğerlerinden ayrıdır bu şarkı. Tarif edilemeyecek kadar büyük ama belirsiz bir kayıptan söz eder; folk’tan krautrock’a evrilen karakteriyle olağanüstü güzel ve gizemlidir. Gibbons’ın kendisini alıp uzağa götüreceklerini söylediği beyaz vahşi atlar neyin metaforu bilmiyorum ama şarkıyı dinlerken insanın başka alemlere sürüklendiği kesin.



Ağustos ayında redbull.com.tr'de yayınlanan yazım.

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate