10 Ocak 2015 Cumartesi

Hoş Geldin Liima...


By on 13:43:00

10.1.2015

Fransa ve Nijerya'da iki gün boyunca tüm dünyayı dehşet içinde bırakan katliamları internet üzerinde takip ederek geçirdikten sonra yine müziğe sığınmakta buldum çareyi... İçinde yaşadığımız dünya öylesine gaddar insanlarla dolu ki, onlarla aynı türden bir canlı olmak bile çok rahatsız edici. Kafamda dolanıp duran düşüncelerden kurtulmak için dondurucu soğukta sokağa çıkıp düştüm Salon'un yoluna. Yeni yılın hem benim için hem de Salon için ilk konseriydi.

Danimarkalı indie rock grubu Efterklang, müziğe deneysel yaklaşımını daha önceki çalışmalarıyla kanıtlayan bir grup. 2012'de yayınladıkları "Piramida" albümü için Norveç ile Kuzey Kutbu arasında kalan Piramiden adlı terk edilmiş bir kentte 9 gün kalıp doğada ses kayıtları yapmışlardı. Farklı seslere olan ilgileri onları hep sıradışı arayışlara yöneltti. Tam bakalım bundan sonra ne yapacaklar diye içimden geçiyordu ki, Mads Brauer, Rasmus Stolberg ve Casper Clausen, aralarına Finlandiyalı perküsyonist Tatu Rönkkö'yü de alarak Liima adlı bir grup kurdukları haberi geldi. Böylece bir dörtlü olarak yeni bir yola girmişlerdi.

Konsere gitmeden önce grubun bu kez nasıl bir manevra aldığını araştırırken, Efterklang'den bir e-posta geldi. Temmuz 2014'te Finlandiya'daki Our Festival'da verdikleri ilk konser ile Kasım 2014'te Berlin'de kaydettikleri yeni şarkıların kayıtlarını göndermişlerdi. 1 saatlik konser kaydı elektronik yapılı minimal bir kayıtken, Berlin kaydında müzikleninin yine minimal olmakla birlikte ses zenginliğinin arttığını fark ettim ve konsere de bu beklentiyle gittim. Üst katta yerimi aldığımda yanımda duran Merve ile tanıştık; konuşurken bana bu yeni grubun soundu hakkında bilgim olup olmadığını sordu. Ona da dinlediğim kayıtlardan aldığım izlenimi aktardım. Ancak belirtmeliyim ki, bu yanıltıcı oldu; çünkü dinlediklerimin aksine Salon konserinde bizi, elektronik seslerin çok daha fazla egemen olduğu, yer yer kendini minimal tekno ritimlerine bırakan, farklı katmanların birbiriyle kesiştiği bir sound karşıladı.

İstanbul konserinin özelliği, grubun beş gün boyunca Salon'da çalışmalarını sürdürüp yeni şarkılar yazmasıydı. Daha önce duyduklarıma göre farklı olabileceklerini tahmin ediyordum ama beklediğimden daha karışık bir altyapı buldum. Tatu Rönkkö'nün drum machine (elektronik davul) ile çıkardığı sesler o altyapının rehberiydi. Yarattığı ritimler, klavye, laptop, efektler ve gitar  ile buluşunca, grubun eskiden bildiğimiz indie rock/dream pop soundunun yerini yer yer dark wave'e uzanan synhtpop soundu almış. Bu değişiklikten dolayı üzüntü duyanlar olabileceğini biliyorum ama ben grupların bu tür yenilikleri denemesinden heyecan duyuyorum. Tabii fikir olarak heyecan duysam da gerçekleri de söylemek durumundayım. Bana göre, bu yeni yolda Efterklang'in ayakları henüz tam olarak yere sağlam basmıyor. Konser sırasında emprovizasyon ne kadar rol oynadı tam olarak bilemiyorum ama kimi anlarda çıkan sesler arasında uyum zorluğu olduğunu hissettim. Çok açık ki, deneysel bir yaklaşımla ve yeni esinlerle kendilerine farklı bir alan açmaya çalışıyorlar. Fakat kendileri de yaptıklarının henüz tam anlamıyla yerine oturduğundan emin değiller bana kalırsa. Vokalist Casper Clausen'in bazı şarkılardan sonra kalabalığa dönüp, "Nasıldı bu?" diye sorması da bunun göstergesiydi.



Aslında anlatmak istediğim şu: Bir müzik duyduğunuzda, onun hayalinizde yarattığı bir kimlik olur; Efterklang'in dün konserde duyduğum müziği ile bu anlamda bir tanışıklık geliştiremedim. Ama bunun zaman içinde aşılabileceğini düşünüyorum. Dikkatimi çeken bir nokta da, şarkıların ortaya çıkışına dair bir ipucuydu. Casper Clausen, İstanbul'da bu haftaki çalışmaları sırasında ortaya çıkan bir şarkıyı çalmadan önce şu bilgiyi verdi. "Kente geldikten sonra ilk yediğimiz köftenin ardından yazdık bunu... O nedenle de adı geçici olarak İstanbul Köfte. Umarım ilerde daha iyi bir isim buluruz." Ben de gerçekten ismini değiştirmelerini dilerim; çünkü köfte ile ilişkilendirilen bir müziği dinlemek istemem gerçekten. Bunu anlatmamın nedeni, şarkının ardında belli bir duygu, fikir ya da mesele yok belli ki; seslerle sürdürülen bir serüven gibi düşünülebilir. Belki de bu nedenle söz ettiğim tanışma hissi oluşmadı hayalimde... Dün gece ilk kez bir konserde çaldıkları "Centuries and Love" adlı şarkıyı da İstanbul'da yazmışlar. Köfte şarkısına göre üzerimde daha olumlu bir etki bıraktı o.

Bir diğer söz edilmesi gereken nokta, vokal ile müziğin uyumundaki zorluk... Efterklang'in önceki albümlerinde vokal, grubun şarkılarının merkezindeyken, artık geri planda. Bunun yanı sıra, elektronik  sesler enstrümantal rock/synthpop çevresinde hızını almış uyumla akarken vokalin devreye girmesi için ani sound değişikliği yapılıyor ve bu da kopukluk yaratıyor. Clausen'in güçlü vokalinin daha verimli kullanılması yolunda Liima'nın bir çözüm bulması gerek.



Bu tespitlerim konserden zevk almadığım anlamına gelmiyor elbette. Aksine sound değişimlerine dair gözlemler, benim için her zaman ilginç. Ayrıca bir grup hakkında tek bir konsere göre karar vermek hiç doğru değil. Dün bir saatlik konser sonrasında alkışlar sonucunda bis için sahneye geri geldiklerinde, yeni bir oluşum başlattıklarından fazla şarkıları olmadığını, bir dahaki gelişlerinde bunu telafi edeceklerini söyleyip, tekrar "Centuries and Love"ı çaldılar.

Efterklang'in yeri kalbimizde ayrı olsa da hoş geldin Liima...

(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate