Bu yıl İstanbul'da festivaller ayına dönüşen mayıs ayının son haftasında iki festival çakıştı. Babylon Soundgarden ve Chill-Out Festival, İstanbulluları ikisi arasında bir tercih yapmak durumunda bıraksa da, ben zor olanı tercih edip meraktan ikisini de ziyaret ettim. Bu yıl beşincisi düzenlenen Babylon Soundgarden'a özellikle Kilyos'ta yeni yapılan kalıcı festival mekanını görmek için gittim. Geçen ay Babylon ekibinin düzenlediği kahvaltılı toplantıda verilen bilgiler kafamda bir imaj oluşturmuştu ama yerinde görmek şarttı.
Öncelikle ulaşım konusuna değinmek isterim. Kent merkezinden festival alanına toplu taşıma araçlarıyla oldukça kolay bir şekilde vardık. Darüşşafaka metro durağında bekleyen servisler 7.5 TL karşılığında bizi doğrudan Kilyos'taki alana götürdü. Ben 15:00 civarında festivale gittiğim için trafik sorunu ile karşılaşmadım ama şoför çıkışta izdiham olacağı tahmininde bulunuyordu. Akşam da Chill Out'a gitmek için 19:00'da tekrar 7.5 TL verdik ve aynı servisle Darüşşafaka metrosuna gidip, oradan metroyla bir durak ilerideki Hacıosman durağından LifePark servisine bindik. Yani Soundgarden'da son konserden sonra çıkışta ne olduğunu göremedim. Arabalarıyla gelenleri de düşünecek olursak muhtemelen bir süre trafik yoğunluğu yaşanmış olabilir ama bu İstanbul'un genel bir sorunu ne yazık ki...
Kilyos'a ulaşır ulaşmaz tüm festival alanını bir uçtan diğer uca dolaşarak mekan düzenlemesine göz gezdirdim. Koyun müthiş manzarası kumda güneşlenip dans eden gençlerin neşeli görüntüsüyle birleşince bir anda umutlandım. Burnuma dolan kum ve deniz kokusunu da çok özlemişim; gördüklerim çok güzel geldi. Koyun kendi doğal güzelliği öyle etkileyici ki, fazla bir süsleme yapılmadan sadece en görünür yerlere Peace, Love, Respect yazılarının yerleştirilerek minimal bir tasarım tercih edilmesi çok yerinde olmuş. Babylon Soundgarden'da farklı büyüklüklerde dört sahne var. Ben en çok en ufak olan İstanbul Sahnesi'ni sevdim ama hepsi de koyun en güzel yerlerine konulmuş. Sahneye çıkan her müzisyenin konsere başlarken, 'Muhteşem bir yerdeyiz. Harika bir ortam!" diyeceğini tahmin etmiştim. Nitekim de öyle oldu.
Festival alanında dolaşırken yemek standlarında gözüm vegan yemek aradı doğal olarak. İki alternatif görerek sevindim ama genel olarak tüm yemek seçenekleri azdı bana göre. Tüm günün orada geçirildiği düşünülürse bence bu konuda biraz daha çok seçenek sunulabilir. Fiyatlar fazla yüksek tutulmamış diyebiliriz; bira 12 TL, su 3 TL ve yemekler de 18-20TL civarındaydı. Sonuçta artık veganlar olarak festivallerde gün boyu aç kalmayacağız! Tabii basın çadırındaki ikramlar arasında vegan sandviç bulunduranlara da ayrıca teşekkür ederim.
Babylon Soungarden'ın en sevindirici özelliklerinden biri ise, tuvaletlerdeki gelişmeydi! Suyu akan, sabunu ve tuvalet kağıdı olan, uygar modern tuvaletler var alanda. Akşama doğru katılımcı sayısı artınca sıra oluştu yine ama artık o da bir festival geleneği sanırım.
Festival alanının ortasına kurulan açık pazarda çeşitli ürünler satılıyordu. Plak, kulaklık gibi müzikle ilgili ürünlerin yanı sıra, giyim ve süs eşyaları da vardı. Buna bir itirazım yok ama acaba sivil toplum kuruluşlarının da standlar açması iyi olmaz mı? Bu yönde bir çalışmayı aradı gözüm.
Çevrenin bu fiziksel özelliklerinin dışında asıl konuya yani müziğe gelirsek... Babylon Soundgarden'ın büyük isimlere odaklanan bir festival olmadığı, doğa ile iç içe bir ortamda güzel bir gün geçirmek için iyi müzik yapan grupları buluşturmayı amaçladığı belli. Dört sahnede çalan 24 isme baktığımızda elektronika, folk, rock, R & B gibi farklı türlerde müziğe yer verildiğini ama headliner odaklı bir lineup olmadığını görüyoruz. Bu açıdan değerlendirildiğinde lineup kendi içinde renkli. Dün festivalde dolaşırken deneysel bir sahneye yer verilmesi talebimi hatırladım ve onu Soundgarden'ın yeni mekanında hayal etmeye çalıştım. Oldukça rahat ve neşeli bir atmosferi var festivalin. Bütün sahneleri açık ve denize nazır. Benim kastettiğim türdeki müzikler için pek de uygun bir ortam değildi açıkçası. Çünkü ben dinleyenin sınırlarını zorlayan, sorgulayıp sorgulatan, müzik için dinleyenin çaba sarfedeceği sıradışı müziklerden; punk, postpunk, darkwave, industrial gibi deneysel türlerden söz ediyorum. Festival alanında ufak kapalı bir mekan olursa orada bu tarza yer verilebilir mi? Dün Kilyos'taki ortamı görünce yanıtım evet olamıyor. Çünkü Soundgarden'ın Kilyos'a taşınmasıyla festival olarak genel karakteri de daha farklı ve net bir nitelik kazanmış. Umarım benim arzum başka bir festivalde gerçekleşebilir.
Dün festivalde kaldığım süre içinde çok fazla grup dinleyemedim ama Radyo Babylon Sahnesi'nde Baths, Red Bull Music Academy Sahnesi'nde Ah! Kosmos ile Dengue Dengue Dengue ve Kilyos Sahnesi'nde Orlando Julius & The Heliocentrics'i yakalayabildim. Baths, erken saatlerde çoğu kişinin kumlarda güneşlendiği sırada sahneye çıktığından dinleyici azdı ama çimenlere oturup sürükleyici müziğine kulak vermek güzeldi. 2013'te yayınladığı "Obsidian" albümünden şarkıları ilk kez canlı dinleme olanağı buldum. IDM ve glitch tınılarının açık havada dolaşıp kulağıma yansıması, albümü evde dinlemekten çok farklı bir deneyimdi. Ah! Kosmos, her zamanki gibi etraftakileri derhal kendine çeken müziğiyle hem dans ettirdi hem de kapalı salonlar gibi plajın da hakkını verdiğini gösterdi.
Lima-Peru'dan festivale yüzlerinde etnik maskeleriyle katılan ikili Dengue Dengue Dengue'yi ilk kez canlı dinledim. Elektronik altyapıyı tropikal ritimlerle buluşturan saykedelik bir sound hakim müziklerinde. İnsanı tümüyle içine alan değil, zaman zaman yakalasa da dinlerken ara ara uzaklaştığınız bir müzik bana göre. Ama kumsalda dans için iyi bir seçimdi.
En büyük sahne Kilyos Sahnesi'nde dinlediğimiz Nijeryalı ünlü saksofonist Orlando Julius'un yetenekli kadın dansçıyla renklendirdiği sıcak Afrobeat, Afrofunk melodileri, Babylon Soundgarden'ı iyice hareketlendirdi. Çimlere yayılanların yerinden kalkıp müziğe eşlik ettiği saatlerde Slowdive'ı kaçırmamak için festivalden ayrılmak zorunda kaldım. Ne yazık ki bu yüzden çok istediğim halde Goat ve Anna Calvi'yi dinleyemedim.
Sonuç itibarıyla, müzik açısından beni kişisel olarak çok heyecanlandıran bir lineup sunmasa da, Babylon Soungarden yeni mekanındaki ilk etkinliğinde keyifli geçti. Deniz suyu şu anda soğuk olduğundan girebilen sayısı azdı ama gelecek aylarda hem tatil hem festival arayışı içinde olanlar için Babylon Kilyos Sahnesi iyi bir olanak yarattı. İstanbul'a ve müzikseverlere hayırlı olsun. Ülkede gericiliğin böylesine şahlandığı bir dönemde gençleri kızlı erkekli bir arada dans edip eğlenirken görmek çok önemli.
Yazıyı, izlemekten zevk aldığım Lindy Hoppers'ın bir videosu ile bitireceğim. Lindy Hop dansını İstanbul'a getiren, ilk dans topluluğunu kuran girişimi her yıl Babylon Soundgarden'da yakalayıp izliyorum. Park Orman'da yarı kapalı ve ana sahneye uzak bir mekanda gerçekleştiğinde daha güzel oluyordu. Dün tersine Kilyos Sahnesi'ne çok yakın ve tamamen açık bir yerde yapılınca Mode XL'in müziği Lindy Hoppers'ı bastırdı. Yine de etrafta Swing meraklısı olanlar müziğe eşlik etmeyi ihmal etmedi. Belki de bundan sonra yine aynı alanda yapılacaksa Lindy Hoppers'ı ana sahnede konserlerin başladığı 16:00'dan önceki bir saate almak iyi fikir olabilir.
(Fotoğraflar ve video bana aittir.)