Rotterdam'da açılan pop-up Caz Müzesi hakkında yazdığım yazıda 1922 doğumlu Alman fotoğrafçı Susanne Schapowalow'un hikayesini ayrıca anlatacağımı söylemiştim. Müzenin kurucusu Wim van Zon, bir depoda topladıkları yedi ayrı sergiyi bize tanıtırken, Dünyanın En İyi Caz Fotoğrafları başlığı altında toplananları tanıttığı sırada özel bir keşiften söz etti. 1940'lı ve 50'li yıllarda caz müziğine ve caz müzisyenlerine büyük bir ilgi duyan Alman fotoğrafçının eserlerine dikkatimizi çekti.
Bir dönem Der Spiegel için de çalışan Susanne Schapowalow, geceleri Amerikalı caz müzisyenlerinin konserlerine gidip sanatçıların giriş yaptığı kapıdan içeri girermiş. Bunu başarabilmek için yanında bulundurduğu bir paket sigarayı kapıdaki görevliye verir, böylelikle sahne arkasına geçermiş. Zamanla müzisyenler de onun diğer erkek fotoğrafçılardan farkını görmüş; çoğu fotoğrafçı sahne önünde çekim yaparken o sahne arkasında olan bitenleri kayda geçirmiş. O yıllarda Duke Ellington ve Louis Armstrong'un da aralarında olduğu pek çok ünlü caz müzisyeni ile de arkadaş olmuş.
Bu şekilde caz tarihinin en özel siyah beyaz fotoğraflarını 1965 yılına kadar çekmeye devam etmiş. Ta ki o yıl bir gerçeğin farkına varana kadar... Schapowalow'un o yıllarda ünlü Amerikalı organizatör, besteci, müzisyen ve yapımcı Quincy Jones ile ilişkisi olmuş ve bir gün New York'a onu görmeye gitmiş. Ancak Jones'un evli ve iki çocuklu olduğunu öğrenince fotoğraf çekmeyi tamamen bırakmış; 1965'ten sonra ise hiç fotoğraf çekmemiş, elindeki fotoğrafları evinde saklamış. Çektiği o caz fotoğrafları hobisi olduğu için onları sergilemeyi hiçbir zaman düşünmemiş.
2009'da torunu Berlin'de bir fotoğraf galerisini ziyaret ettiğinde, 1950'lerde siyah beyaz caz fotoğrafları çeken bir fotoğrafçı tanıyıp tanımadığı sorulmuş. "Sanırım büyükannemde o tür fotoğraflar var ama nerede olduklarını bilmiyorum," diye yanıt verince, galeri sahibinin çabaları sonucunda yapılan araştırma ile Schapowalow'un evinde 50 bin negatif film bulunmuş. Galeri sahibi bu sayede 2009'da Susanne Schapowalow'un ilk sergisini Berlin'de açmış. Fakat Schapowalow daha sonra yaşlılık nedeniyle bunama hastalığına yakalanınca, ailesi ellerindeki fotoğraflarla ne yapmaları gerektiğini bilememiş.
Rotterdam Caz Müzesi'ni gezerken beni en çok etkileyenler, fotoğraflarındaki doğallık nedeniyle Schapowalow'un eserleri oldu. Win van Zon'a "Bu sergilerde sizin favoriniz hangisi?" diye sorduğumda, 1960 yılında Birdland Sahnesi'nde piyano çalarken sahne gerisinden görünen Nina Simone fotoğrafını gösterdi. 650 eser içinde gerçekten de sunduğu farklı perspektifle ayrı bir yerde duruyor o fotoğraf.
1950'li yıllarda çekilen Miles Davis, Louis Armstrong, Duke Ellington, Chet Baker fotoğrafları da fotoğrafa belgesel gözüyle bakan gözlerin ve caz müziğine sevdalı, meraklı bir ruhun eseri belli ki. Kamerasını o dönemde para kazanmak için değil, tutkun olduğu bir dünyanın arka planını belgelemek için kullanmış Schapowalow... Başarısının sırrı da o zaten.
Schapowalow'un eserlerinin bir bölümü, 2012'de İstanbul'da da bir galeride sergilenmiş. O zaman nasılsa kaçırmışım bu sergiyi ama Rotterdam'da karşıma çıkmasına çok sevindim. Müziğin efsanelerini, 2. Dünya Savaşı sonrasında içinde bulundukları duygusal atmosferin izini de yansıtarak tarihe geçiren fotoğrafları eşsiz birer kültürel hazine.