29 Nisan 2016 Cuma

JÎNDA KANJO: KOBANİ'DEN GÖÇEN MÜTHİŞ BİR SES


29.4.2016

Geçen yıl Instagram sayesinde keşfettiğim İranlı progresif müzik grubu Barfak'tan sonra, aynı şekilde bu kez Kobani'den çıkan genç bir vokalisti tanıdım. Nasıl Barfak'ın 15 saniyelik video görüntülerini izlediğimde duyduğum müzikten etkilenip grupla hemen röportaj yapma isteği duyduysam, Jînda Kanjo'nun sesini 15 saniye duyunca da aynısını hissettim. Hayatın akışını hızlandırıp kısa anları belgeleyen bu tür paylaşımların bu kadar yoğun bir etki yaratması gerçekten ilginç. Kanımca sanatta böylesine hızlı ve çarpıcı etkilenmenin ardındaki neden, duyduğumuz ses ya da gördüğümüz görüntünün gücü ile ilgili.

Jînda Kanjo'nun Instagram'daki videoda söylediği şarkının, Suriye'de çok tanınan müzisyen Mahmut Aziz'e ait "Gûlizar" adlı şarkı olduğunu öğrendim. Gûlizar adlı bir kadın hakkında yazılmış Kürtçe bir aşk şarkısıymış. (Aşağıdaki Instagram bağlantısından videoyu izleyebilirsiniz. Tümünü istedim ama henüz elime ulaşmadı. Geldiğinde buraya ekleyeceğim onu da.) Sözlerini anlamadığım halde ve fazla dinlediğim bir tür olmamasına karşın, şarkının duyar duymaz beni etkilemesinin nedeni, kuşkusuz yorumcunun sesinin gücünden geliyor. Nitekim Mahmut Aziz'in yorumunu daha sonra YouTube üzerinde bulup dinledim ama Kanjo'nunki kadar çarpmadı beni.


Sonuç olarak, bu tür beklenmedik etkilenme sonrasında Barfak ile ancak internet üzerinde buluşabilsem de, Jînda'yı İstanbul'da yakalama şansım oldu. Çünkü kendisi Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın desteklediği müzik projesi One Beat'in İstanbul ayağına katılan müzisyenlerden birisi. Ben de zaten söz ettiğim videoyu 1beatmusic'in Instagram hesabında izledim. Türkiye'de yer alan farklı kültürlerden müzisyenler ile Amerikalı müzisyenleri 10 gün boyunca bir araya getirip ortak çalışmalar yapmalarını sağlayan bu etkinliğe kabul edilen yetenekli genç müzisyenlerimizden Gülşah Erol aracılığıyla Jînda Kanjo'ya ulaştım ve bir akşam kaldıkları otele gidip kendisiyle konuştum. Ancak ben Kürtçe bilmediğim, Jinda'nın da Türkçe ve İngilizce bilgisi yeterli olmadığı için, Kürtçe-Türkçe tercümanlık görevini genç arkadaşım Roger Fırat üstlendi.

IŞİD İSTİLASINDAN KAÇIŞ VE YARIM KALAN KONSERVATUVAR EĞİTİMİ

Cihangir'in ara sokaklarında otele vardığımızda Jinda Kanjo ile kapıda buluştuk. Son derece güleryüzlü ama utangaç bir edayla karşıladı bizi; videoda göründüğünden daha genç olduğunu fark ettim. 26'sına henüz girmiş ama bu yaşında ülkesini terk edip dilini bilmediği bir ülkede göçmen olmuş. İsmi "hayat veren" anlamına geliyormuş; yaşadığı zorluklara karşın adı gibi hayata bağlı bir kadın Jînda. IŞİD saldırısına uğrayan Kobani'de yaşayan bütün tanıdıkları bölgeden ayrılmak zorunda kalınca o da ailesiyle birlikte Mersin'e gelmiş. Suriye'de kabul edildiği prestijli Şam Konservatuvarı'nda yedi yıllık eğitimin iki yılını tamamlamışken, eğitimini ve muhtemelen hayallerini geride bırakıp şiddetten kaçmış.

Mersin'de hayatın onlar için nasıl olduğunu sorduğumda, "Hayat burada daha iyi ama dil bilmediğimiz için zorlanıyoruz. Orada yüksek eğitimimi bırakıp geldim ama burada okuyamıyorum. Müzik adına burada fazla bir çalışma yapamıyorum çünkü Türkçe bilmiyorum. Ama biz Mersin'de kötü bir muamele ile karşılaşmadık," diye yanıtladı.

Müziği hayatının temeline yerleştiren bir şarkıcı olarak dayanak noktası da gelecek umudu da elbette hep şarkıların içinde. "Kobani'de savaştan sonra hiçbir şey yapamaz hale geldik. Ben de kendimi daha çok müziğe verdim. Müzik olmasaydı yaşamaya devam edemezdim. Çünkü tutunacağım tek şey oydu," diyor gülümseyerek. Suriyelilerin kaldığı kamplarda yaşayan göçmenlere müziği ile destek olmayı çok istediğini söylerken gözlerinin içi parlıyor.

Türkiye'de müzik eğitiminin iyi olduğunu ve yarım kalan eğitimini burada tamamlamak istediğini, sonrasında albüm yapmayı arzuladığını anlatıyor heyecanla.

SURİYE'DEN ONE BEAT ISTANBUL'A...

Jînda Kanjo'nun Mersin'de yaşarken One Beat Istanbul'a katılması ise bir arkadaşı sayesinde olmuş. Kobani'den tanıdığı ve şu anda İstanbul'da okuyan arkadaşı Memo, daha önce bu organizasyona katılmış. Bu yıl da Jînda'nın kabul edilmesi için kendisinden videosunu isteyip onun adına başvurmuş. İstanbul'a bu sayede ilk kez gelmiş Jînda. "Nereye gitsek, kimi görsek bir enstrüman çalıyor burada. Müzikle etkileşim çok yoğun. Çok beğendim," diyor.

Kürtçe ve Arapça'nın yanı sıra Türkçe şarkılar da söylediğini anlatıyor. Bizi şaşırtarak daha çok Türk Sanat Müziği'ne yakınlık duyduğunu söylüyor, "Çünkü o müzik daha etkileyici, ağırlığı var," diyor, ardından Müzeyyen Senar, Bülent Ersoy, Hüseyin Turan, Muazzez Ersoy'un adlarını sıralıyor.

"KÜRTÇE, TÜRKÇE, ARAPÇA... ÜÇ DİL DE ŞARKI SÖYLERKEN TEK RENK OLUYOR"

Kürtçe, Türkçe ve Arapça türkülerde, Doğu müziğine özgü ortak yanların bulunduğunu, kendisinin nasıl bir paralellik gördüğünü merak ediyorum. "Çok büyük farkları yok. Türkçe ve Arapça söylemek benim için zor olmuyor. Kürtçe ve Türkçe birbirine daha yakın, Arapça dil olarak biraz daha farklı. Ama sonuçta üç dil de şarkı söylerken tek bir renk gibi oluyor," diyerek müziğin yarattığı duygudaşlığın altını çiziyor.

Ayrılmadan önce Suriye'de bir gün savaş biterse ve hayat normale dönerse, nerede yaşamayı tercih edeceğini de sorunca verdiği yanıt çarpıcı: "Benim için neresi iyiyse orada kalmayı tercih ederim. Türkiye ya da Suriye fark etmiyor... Buna ancak Suriye'de savaş bittikten sonra karar verebilirim."

Savaştan kaçan insanların, yeni bir umudun peşinde doğdukları ülkeyi terk edip yaşama sarılmasının örnekleriyle dolu bu dünya... Jînda Kanjo da onlardan birisi. Birleştirici gücüne inandığı müzik sayesinde ayakta kalacak, kendisine yeni bir hayat kuracak ve başkalarına hayat verecek!

Bu arada ilgilenenler için bir bilgi: One Beat Istanbul'a katılan 10 müzisyen bu akşam 19.30'da Bilgi Üniversitesi'ndeki Enerji Müzesi'nde ücretsiz bir konser verecek. Giderseniz Jînda'yı da dinleme olanağınız olur. Ayrıntılı bilgi için: https://www.facebook.com/events/955491951213821/




(Fotoğraflar bana aittir.)

28 Nisan 2016 Perşembe

VEGAN LOGIC - NİSAN 2016 EN İYİ KAYITLAR SEÇKİSİ - 27.4.2016


28.4.2016

1- Hope Sandoval and the Warm Inventions - She Is in the Wall
2- ASS - Salicyl
3- Nisennenmondai - #3
4- Tim Hecker - Obsidian Counterpoint
5- John Carpenter - Persia Rising
6- Ash Koosha - Biutiful
7- Xiu Xiu - Harold's Theme
8- Wire - Nocturnal Koreans
9- Brian Eno - Frickle Sun (III) I'm Set Free
10- Carla dal Forno - Fast Moving Cars
11- In Hoodies - 2nd Coming
12- Jakuzi - Koca Bir Saçmalık



26 Nisan 2016 Salı

GLOBAL SYNTHESIZER PROJESİ MOOGFEST'TE TANITILACAK!


26.4.2016

Müzik, sanat ve teknolojideki en yeni gelişmelere yer veren ufuk açıcı festival Moogfest'te bu yıl tanıtılacak ilkler arasına Global Synthesizer Projesi de eklendi. Ses tasarımcısı Yuri Suzuki ve Moog Music işbirliği ile gerçekleştirilen proje, 19-22 Mayıs'ta North Carolina'nın Durham kentinde düzenlenen festivalde ilk kez katılımcıların karşısına çıkacak.

Festival kapsamında yeni bir interaktif elektronik müzik enstrümanının yerleştirmesi yapılarak, kullanıcıların doğadaki sesleri bir araya getirip işlemesi sağlanacak. Projenin özelliği, farklı coğrafyalarda yapılan alan kayıtlarından oluşan atmosferik seslerden oluşan arşivden de yararlanmayı sağlaması. Böylece kullanıcılar, çeşitli kaynaklardan gelen materyalleri manipüle ederek yeni sonik atmosferler yaratabilecek.

Moogfest, Moog Music tarafından geliştirilen kişiye özel synth modüllerinin tüm dünyadan sesleri içeren bir arşivle zenginleştirilip yaygınlaştırılması için yardım istiyor. Global Synthesizer Projesi de, ses keşiflerine meraklı olanlardan bölgelerinde kayıt yapıp kendilerine iletilmesini rica ediyor. Katkıda bulunmak isteyenler, yaptıkları kayıtları GlobalModular@moogmusic.com adresine .aiff ya da .wav formatında iletebilecek.

Konuyla ilgili video daha iyi fikir verebilir.

21 Nisan 2016 Perşembe

VEGAN LOGIC - IN HOODIES - 20.4.2016


21.4.2016

Vegan Logic'te bu hafta canlı yayında ilk kez bir konuğum oldu. İlk albümü "A Lunar Manoeuvre"ı 11 Nisan'da dijital platformlarda yayınlayan In Hoodies yani Murak Kılıkçıer'i, Açık Radyo stüdyosunda ağırladık. Hem albümdeki temalar üzerine söyleştik, hem yeni albümünden şarkılar dinledik, hem de kendisi yeni şarkılarından birisini akustik gitarıyla stüdyoda çaldı.

In Hoodies'in etkinliklerini takip etmek isteyenler için artık bir internet sitesi de mevcut: http://www.inhoodies.com Albümün tümünü bu bağlantı üzerinden dinleyebilirsiniz.

Ayrıca kendisiyle geçen yıl ilk kısaçalarını yayınladığı sırada yaptığım röportajı okumak isterseniz, ona da bu bağlantıdan ulaşılabilir. http://www.veganlogic.net/2015/11/kirilgan-mutluluklar-dunyasinda-saflik.html


14 Nisan 2016 Perşembe

VEGAN LOGIC - RASTER NOTON'UN 20. YILI - 13.4.2016


14.4.2016

Vegan Logic'te bu hafta deneysel elektronik müzik etiketi Raster Noton'un 20. yılını kutladım. 1996'da Almanya'da kurulan bu bağımsız plak şirketi, yayınladığı ilginç ve yaratıcı kayıtlarla hayranlığımızı kazanmış durumda. Nice yılllar diliyorum!

1- Kangding Ray - Crystal
2- Robert Lippok - inphase
3- Dasha Rush - Sleep Ballade
4- Atom™ - Voralpenthema i
5- Alva Noto - Xerrox Spiegel
6- ANBB - One
7- Alva Noto & Ryuichi Sakamoto - Berlin
8- Vladislav Delay - Levite
9- Bytone - Capture This (Part II)
10- COH + Cosey Fanni Tutti - Lying
11- Senking - Chainsawfish



10 Nisan 2016 Pazar

"TEK AMACIM ŞARKININ HAKKINI VERİP ANI YAŞAMAK!"


10.4.2016

Amerikalı besteci ve davulcu Mark Guiliana, henüz 35 yaşında ama günümüzde dünyanın en iyi 10 davulcusu arasında görülüyor. New Jersey doğumlu müzisyen, William Paterson Üniversitesi’nde caz alanında eğitim aldı. Enstrümanına hakimiyetinin yanı sıra, hard bop, caz, rock ve drum ‘n’ bass gibi farklı tarzları buluşturan yenilikçi ve ilerici yaklaşımıyla haklı bir ilginin odağı. Bugüne kadar Brad Mehldau, Gretschen Parlato, Avishai Cohen, Matisyahu, Lionel Loueke, Now vs. Now, Donny McCaslin, Dave Douglas, Bobby McFerrin, Dhafer Youssef’in de aralarında olduğu birçok isimle işbirliği yaptı ve sahibi olduğu Beat Music Productions etiketiyle albümler yayınladı ama bununla yetinmedi. Kendi grupları deneysel caz üçlüsü Heernt ve elektronik müzik projesi Beat Music’i kurdu. Son olarak David Bowie’nin veda albümü “Blackstar”ın kayıtlarında yer aldı; duyduğumuz o şahane aksak ritimli davul sesleri onun elinden çıktı.

Time Out London’ın Guiliana için yaptığı tanım, onun geniş yelpazeli yaratıcı müzik macerasını çok güzel anlatıyor: “Hard bop davul ustaları Elvin Jones ve Art Blakey’i 1980’lerin Roland 808 elektronik davulu ile buluşturduktan sonra ortaya çıkanı J Dilla’ya bölüp Squarepusher ile çarparsanız sonuç Mark Guiliana olur.” İşte bu vizyonu geniş müzisyen, 24 Mart’ta kendi adını taşıyan caz dörtlüsü ile birlikte Salon’da İstanbul dinleyicisi ile buluşacak. Konserden önce kendisiyle davul enstrümanı, caz müziği, gelişen teknoloji, Brad Mehldau ve David Bowie hakkında keyifli bir söyleşi yaptık.

HOBİDEN TUTKUYA DAVUL MACERASI

Genç yaşınızda dünyanın en aranan davulcularından birisi oldunuz. Bunu böyle bir cümlede söylemek kolay ama sizin için nasıl gerçekleşti? Öncelikle davulcu olmaya nasıl karar verdiniz?

Davul çalmaya ilk başladığımda davulcu ya da müzisyen olma amacım yoktu. Sadece çocukluğumda ilgimi çeken basit bir hobiydi ve beni oyalıyordu. 4Front davulcusu Joe Bergamini’den ilk derslerimi alana kadar bunun benim için özel bir şey olduğunun farkına varmadım.

Sizi özel olarak davul çalmaya çeken neydi? İlk etkilendiğiniz isimler kimlerdi ve üzerinizde  ne yönde etkileri oldu?

Davul çalmak eğlenceli ve zararsız bir aktiviteydi. Eğlenceden başka bir beklentim de yoktu. İlk dönemlerde beni etkileyen faktörler, radyoda ve MTV’de duyduğum müziklerdi. 1995 yılıydı. Nirvana, Red Hot Chili Peppers ve Pearl Jam’i seviyordum. O sırada favori müzik türüm oydu. Bu grupların şarkılarının çoğunu davulda çalmaya çalışırdım. Bu durum enstrümanla olan ilişkimi ve genel anlamda müzikle olan bağımı doğrudan etkiledi. O sanatçıların müziğe yansıttığı tutku ve tavrı bilirsiniz. Bu benim üzerimde çok güçlü bir iz bıraktı.

Son birkaç yıldır çok sayıda ödüle layık görüldünüz. Bu durum beş yıl öncesine göre geleceğe yönelik olarak daha çok sorumluluk yükledi mi size?

Birisi benim hakkımda güzel bir şey söylediği zaman mahçup oluyorum ve gurur duyuyorum. Gerçekten müteşekkirim. Bu bana yeni bir sorumluluk yüklemiyor. Hedefim çalışabileceğim kadar çok çalışıp, yapabileceğim en iyi müziği yapmak. O ödülleri kazanmadan önce de amacım buydu ve hâlâ aynı. Ayrıca hâlâ enstrümanımla ve birlikte çalıştığım müzisyenlerle en iyi ilişkiyi geliştirmeye, bu müziği dinlemeyi seçen insanların saygısını kazanmaya çalışıyorum. Minnettarım hepsine.

Bugüne kadar dinleyicilerin büyük beğeniyle karşıladığı albümler kaydettiniz ve kendi bestelerinizi yazdınız. Kariyerinizin bu noktasında besteciliğe yaklaşımınızdan söz edebilir misiniz?

Besteciliğe yaklaşımım çalıştığım gruba göre değişiklik gösteriyor. Daha elektronik temelli projem Beat Music söz konusu olduğunda elektronik etkiler öne çıkıyor; daha fazla elektronik aletten, özellikle synthesizer’lardan yararlanıyorum. Ama caz dörtlüm için oldukça farklı etkiler devreye giriyor. O tür müzikte caz dünyasından esinlenmelerle birlikte  doğaçlama için daha fazla olanak var. Caz dörtlüm için yaptığım bestelerde daima grup arkadaşlarımın kendilerini özgürce ifade edebilmesi için daha geniş alan bırakmaya çalışıyorum.

Bunları yaparken sizi daha çok duygularınız mı yönlendiriyor, yoksa müzik teorisine mi bağlı kalıyorsunuz?

Duygularım yönlendiriyor demek istesem de müzik teorisine bağlıyım. Üniversitede caz eğitimi aldım. Akademik geçmişim var ama hep duygularımla hareket etmeye çalışıyorum.


AKSAK ÖLÇÜLERİN CAZİBESİ

Besteci ve davulcu olarak hem performansınızda hem de beste çalışmalarınızda dinamiklere çok duyarlı görünüyorsunuz. Bunu biraz müzikle yakından ilgilenen her kulak fark eder ama sizin için müzikteki dinamikler nasıl bir rol oynuyor duymak isterim.

Dinamikler, hem beste yaparken hem de enstrümanımı çalarken olağanüstü derecede önemli rol oynuyor. Bence dinamikler en değeri bilinmeyen araçlar. Kolaylıkla unutulabiliyor. Oysa müziğin gücü onlar sayesinde sağlanır. Bu nedenle müzik yazarken ve çalarken daima aklımda dinamikler ön plandadır.

Bir davulcu olarak en ilginç özelliklerinizden birisi, aksak ölçülerle çalmanız. Tarzınızın çok belirgin bir niteliği olarak öne çıkıyor. Bu tercihinizin ardındaki temel neden ne?

Aksak ölçülerle çalmamın nedeni özgürlüğümü kazanma çabam. Ayrıca aksak ölçüler içeren çok sayıda materyalin çalındığı gruplarda yer aldım. Bunu ilk deneyimlediğim durumlardan birisi, Avishai Cohen ile çaldığımda oldu. Onun müziğinde bolca aksak ölçü vardı ve bu benim için yeni bir şeydi. Ama besteler öyle güçlüydü ve organik olarak gelişiyordu ki benim amacım sadece şarkının gerektirdiğini en uygun şekilde yapmak oldu. Böylelikle aksak ölçülerde çalmayı öğrendim ve ardından Dhafer Youssef ve Now vs. Now ile çalışmaya devam ettim. Sonra da kendi kayıtlarıma aksak ölçüleri dahil ettim.

Efsane davulcu Billy Cobham bir keresinde tek bir müzik tarzına odaklanmayı zor bulduğunu söylemişti. Sizce füzyonun kaynaklandığı nokta bu mu?

Açıkçası bilmiyorum. Buna verecek iyi bir yanıtım yok. Farklı tarzları değil, sadece her tarzın birlikte varolduğunu düşünüyorum. Etiketler ya da kağıt üzerinde iyi duracak bir şey hakkında endişelenmemeye çalışıyorum. Hislerimi dinleyip sanatsal açıdan anlamlı işler yapmaya gayret ediyorum.

Sizi anlatan bir makalede Beat şairi gibi tanımlandığınız; çünkü kreatif anlamda elektro-akustik hattın arasında durup onu bulanık hale getirebildiğiniz yazıyordu. Ne diyorsunuz buna?

Ben bir hat görmüyorum, Esin kaynaklarımda ya da müziğimde herhangi bir sınır da görmüyorum. Benim amacım en dürüst materyali ortaya çıkarmak.


“DOĞAÇLAMA VE MAKİNELER BİRBİRİNE TEZAT”

Son 10 yıldır müziğinizi elektronik ortamda sunuyorsunuz ama “Family First” adlı albümünüzde ilk kez tamamen akustik bir set-up tercih ettiniz. Bu değişikliğin nedeni neydi?

Birçok kahramanım ve ilham kaynağım akustik müzikten. John Coltrane, Miles Davis, Art Blakey’s Big Band, Wayne Shorter ve 1950’li-60’lı yıllarda caz yapan müzisyenler, müziği sevip doğaçlamaya sevdalanma nedenim. Kendimi o akustik ortamda zorlamak istedim. Bu isteğimin ortaya koyduğu bir ürün “Family First”.

Birçok akustik davulcu, elektronik davulun müziğe getirdiği değişimden korkuyor. Sizce bu korkunun nedeni ne ve bu konudaki düşünceniz nasıl?

Elektronik davuldan duyulan korkunun nereden kaynaklandığını bilmiyorum. Ben benimsiyorum. Akustik ya da elektronik enstrüman olması fark etmez, elektronik perküsyonun daima yeri vardır. Her ikisinde de müzik yaratması için sonuçta bir insana ihtiyacınız var. Bu nedenle her ikisi de müziğe katkı sağlaması için değerlidir ama en önemli şey enstrümanı kimin çaldığıdır.

Teknoloji bu kadar hızla gelişirken, bu değişimlere nasıl ayak uyduruyorsunuz?

Akustik davul ile aramda en iyi ilişkiyi kurmaya çalışıyorum. Bu enstrümanın çok sayıda olasılığı barındıran derin bir dünyası var. Gerçekten ben sadece ilk adımı attığımı düşünüyorum. Hâlâ akustik davul setini araştırmak bana müthiş ilham veriyor. Teknoloji geliştikçe onu yakalamak için elimden geleni yapıyorum ama kalbim akustik davul setinde.

Bir yerde “doğaçlama ve makineler birbirine tezat ve bu sahip olduğumuz en büyük avantaj,” dediğinizi okudum. Bunu biraz açar mısınız?

Burada yine “enstrümanın akustik ya da elektronik olması fark etmez; onu çalan önemli” noktasına dönüyoruz. Enstrümanı konuşturan araç, onu kullanan kişinin müzikal karakteridir. Bir makine, bizim gibi kendi kendine tepki veremez ya da doğaçlama yapamaz. Doğaçlama, risk alma ve anı yaşama en sevdiğim şeyler. Bunlar makinelerden üstün olan yanlarımız ve tabii avantajlarımız.

“BOWIE BİR DAHİ VE ONUNLA ÇALIŞMAK İNSANIN HAYATINI DEĞİŞTİREN BİR DENEYİM”

Bugüne kadar Avishai Cohen, Gretchen Parlato, Phronesis ve Meshell Ndegeocello gibi büyük isimlerle çalışıp konserler vererek imrenilecek bir başarı kazandınız... İşbirliklerine yaklaşımınız ne?

Bu saydıklarınızın hepsinin özgün bir müziği ve karakteri var. Onlarla çalıştığımda tek önemli amacım, yapabileceğimin en iyisini yapıp sanatçıyı ve şarkıyı desteklemekti. Her durumda müzik için en doğru kararı verip en iyisini gerçekleştirmek için çabalıyorum. Çünkü ancak bunu yapabildiğimde başarılı bir işbirliği olur.

David Bowie ile son albümü “Blackstar”da çalışma şansınız oldu. Kayıt seanslarına dair bazı bilgiler içeren yazılar okudum ama size onunla geçirdiğiniz günleri de sormak isterim. Nasıldı Bowie ile çalışmak?

Kesinlikle insanın hayatını değiştiren bir deneyim. Bu fırsata sahip olabildiğim için minnettarım. “Blackstar”ın bir parçası olmak onur verici. Bowie, inanılmaz derecede kibar ve müthiş ilham vericiydi. Her aşamasında birlikte çalışmak harika bir keyifti. O bir dahi ve ben onunla bu deneyimi yaşadığım için çok mutluyum.

Tony Visconti, albüm hakkında verdiği röportajlarda “Amaç birçok yönden, rock ‘n’ roll’dan uzak durmaktı,” dedi. Kayıtlar sırasında Bowie’den gelen özel talepler oldu mu?

David’den birçok konuda yönlendirme geldi. Her gün stüdyoda bizimle birlikteydi. Her sanatçı gibi tümüyle işin üzerindeydi. Gideceğimiz yönü bir ölçüde belirleyen talepleri oldu. Biz çalarken o da şarkı söylüyordu ve müthiş odaklanmış durumdaydı. Tony Visconti ile birlikte prodüktörlüğü ortak yürüttü. “Blackstar”ı onun oluşturduğu ilham verici çalışma ortamında yarattık.

2014’te “Mehliana: The Taming Dragon” albümünü kaydettiniz. Piyanist Brad Mehldau ile oluşturduğunuz ikilinin ilk kaydıydı. Nasıl bir araya geldiniz onunla?

İlk olarak 2008’de tanıştık ya da daha önce... Onunla tanışmadan çok önce de hayranıydım. Bir süre New York’ta, sonra da turnede görüştük. 2008’de buluşup beraber çalmaya karar verdik. Muhteşem bir deneyimdi. Birlikte konser vermeden önce birkaç yıl boyunca bir araya gelip zaman zaman çalıştık. İlk konserimiz 2011’deydi. Ondan sonra daha sık konser vermeye başladık ve hâlâ da veriyoruz. Mehldau, aynı zamanda benim favori müzisyenlerimden birisi. Ona gerçekten büyük saygı duyuyorum ve ondan çok şey öğreniyorum. Onunla bir ikili kurmaktan dolayı şanslıyım ve böyle bir projenin içinde olduğum için minnettarım.

Okuduğum röportajlarınızdan anladığım kadarıyla, bir başkasının liderliği üstlendiği grupta sadece üye olarak yer almaktan çok keyif alıyorsunuz ama bir noktada kendi grubunuzu da kurdunuz. Bir davulcu olarak grup liderliği konusunda deneyiminiz nasıl?

Keşke konserimize gelenler sahnede çalan grubun hangisi olduğunu bilmeseydi. Bazen arada ayağa kalkıp şarkıları tanıtmasam benim grubum olduğunu tahmin de edemezlerdi. Kendi müziğimi ya da diğer müzisyenlerin müziğini çaldığımda tek isteğim, şarkının ve yaşanan anın hakkını vermek. Birlikte çaldığım müzisyenleri elimden gelen en iyi şekilde destekliyorum, onları yüceltip en iyi şekilde çalmaları için esinlendirmeye çalışıyorum. Bunu yapabilirsem enerjinin yükseleceğini ve müziği birlikte daha yüksek seviyelere çıkarabileceğimizi biliyorum.

Enstrümanına hakim bir müzisyen olarak tavsiyede bulunursanız, sizin seviyenize ulaşmak için yapılması gereken nedir? Pratik yapma yöntemi nasıl olmalı?

Pratik yapmak ve enstrümanla ilişki kurmak çok önemli. Buna karşın, diğer müzisyenlerle birlikte çalmayı öğrenmenin tek yolu, başka insanlarla bir araya gelip onlara karşı reaksiyon vermek, dinlerken onlardan birçok şey öğrenmek. Ben bugüne kadar kendi kendime çok fazla pratik yaptım ama diğer müzisyenlerle çalarak çok daha fazla yol katettim. Bugün bulunduğum yere de o sayede geldim. Herhangi bir seviyedeki müzisyene vereceğim en büyük tavsiye de budur.


(Bu röportaj, ilk olarak 12 Mart 2016 tarihinde Red Bull Müzik'te yayınlanmıştır.
http://www.redbull.com/tr/tr/music/stories/1331782171253/zulal-kalkandelen-mark-guiliana-roportaji)

(İstanbul konser videoları benim tarafımdan, diğer video ve promo görselleri Deneka Peniston tarafından çekilmiştir.)


7 Nisan 2016 Perşembe

VİDEO: XIU XIU - SYCAMORE TREES @ Salon


7.4.2016

Dün akşam Salon'da avangart pop grubu Xiu Xiu'nun ünlü TV dizisi Twin Peaks'in müziklerini yorumladığı konserde "Sycamore Trees" adlı şarkıyı kaydettim. "Twin Peaks: Fire Walk with Me" soundtrack albümünde geçen yıl yaşamını kaybeden Amerikalı caz vokalisti Jimmy Scott'ın seslendirdiği dramatik şarkının sözleri David Lynch, bestesi Angelo Badalamenti imzalı.

Xiu Xiu, gerek Jamie Stewart'ın beden diline de yansıyan olağanüstü teatral performansı, gerekse Shayna Dunkelman'ın yeri titreten perküsyon vuruşları ve Angelo Seo'nun klavyedeki ustalığıyla son derece tutkulu bir yorum getirdi şarkıya. Bence dinlediğimiz "Sycamore Trees" cover'ı ile konserin en unutulmaz dakikalarını yarattılar. Artık bu şarkıyı dinlerken aklıma hep bu versiyon gelecek.

Xiu Xiu, Twin Peaks gibi popüler kültüre mal olmuş bir dizinin iddialı müziklerini böylesine cesaretle yorumladığı, üstelik de bunu yaparken o müziklere daha sert bir sound kazandırarak farklı ama orijinali kadar iyi bir noktaya taşıdığı için alkışı hak ediyor. İlgilenenler için belirteyim; Xiu Xiu'nun Twin Peaks müziklerine yaptığı cover'lardan oluşan albümü plak formatında Record Store Day için özel olarak yayınlanacak. Ancak 16 Nisan'da bu etkinliğe katılan plak dükkanlarında bulunabilecek. Umarım daha sonra dijital olarak da edinmek olanaklı olur.



(Fotoğraflar ve video bana aittir.)

VEGAN LOGIC - RECORD STORE DAY - 6.4.2016


7.4.2016


Dün akşam Açık Radyo'da canlı yayınlanan Vegan Logic'te, bu yıl 16 Nisan 2016'da kutlanacak Record Store Day için özel olarak basılacak albümler arasından favorilerimi içeren bir seçki yer aldı.








1- Aldo Ciccolini - Six Gnossiennses No. 3 Lent (Erik Satie)
2- 808 State - Pacific State (Original Extended Version)
3- Clint Mansell & Kronos Quartet - Crimin' & Dealin'
4- TSU! - Hüzün Deposu
5- Hope Sandoval & The Warm Inventions - Blue Bird
6- Xiu Xiu - Falling
7- Vega & Marc Hurtado - Prison Sacrifice (Feat Lydia Lunch)
8- The Residents - Laughing Song
9- Hawkwind - Hassan I Sahba
10- Herpes-Z - 99
11- Piero Umiliani - Crepuscolo sul mare
12- David Bowie - After All




Translate