1- The Caretaker --- All that follows is true 2- MONO --- Ely’s Heartbeat 3- Daniel Lanois --- Deconstruction (feat. Rocco DeLuca) 4- Eomac --- Ritual 5- Silver Apples --- The Edge of Wonder 6- Murcof & Vanessa Wagner --- Metamorphosis 2 7- Helen Money --- Machine 8- Wrekmeister Harmonies --- Light Falls I - The Mantra 9- Nick Cave & The Bad Seeds - Anthrocene 10- Thomas Brinkmann - YWG
Yılın bu zamanlarında adet olduğu üzere sonbaharı karşıladık Vegan Logic'te... Dün akşam Açık Radyo'da canlı yayınlanan programın kaydını paylaşıyorum.
***
1- Slow Dancing Society - The Last Spring (An Ocean of Violets) 2- Шесть Мёртвых Болгар (Six Dead Bulgarians) - Мой Костер В Тумане Светит 3- Croation Amor & Lust For Youth - Sister 4- Soundwalk Collective - Killer Road 5- Synth Sense - Perfect Symmetry 6- Dave Harrington Group - Steels 7- Стук Бамбука в XI часов - Слабый Тигp 8- Tomorrow The Rain Will Fall Upwards - I Beat As I Sleep As I Dream 9- Locust - More Like Prayer Than Science 10- Eluvium - Individuation 11- Pascal Rogé - Satie: Gnossienne No.1 (Starkey Remix)
Klasik ana akım müzik festivallerinden sıkılıp, bana farklı bakış açıları kazandırabilecek festivallerin peşine düşeli epey oluyor. Son birkaç yıldır Tennessee’de Big Ears, Berlin’de Atonal, North Carolina’da Moogfest derken, bu ay yolum Hollanda’da bağımsız kültüre odaklanan Incubate’e düştü. Bu festivallerde öncelikle aradığım şey, deneysel bir yaklaşıma sahip olmaları. Bunun sonucunda lineup, hem her zaman canlı dinleme olanağı bulamadığım isimlere hem de yeni keşiflere açık oluyor. Ayrıca müzikle sınırlı kalmıyor bu etkinlikler; ses ile görsel etkileşimini irdeleyen yerleştirmeler, film ve dans gösterileri ile tiyatro oyunları da oluyor. Böylece festival sonunda kendimi bir anlamda yeni yaratım süreçleri konusunda güncellenmiş hissediyorum. Bunca yıldır sayısız festival izleyen birisi olarak beni mutlu eden şey bu.
Incubate Festivali'ni etkinlik devam ederken sosyal medya hesaplarımdan fotoğraf ve yorumlarla, Periscope yayınlarımdan da canlı görüntülerle izleyip aktardım ama onlarla yeterli bir izlenim edilemeyeceğinden bir değerlendirme yazısı yazdım.
Hollanda’nın Tilburg kentinde yapılan Incubate'ten bu yıla kadar haberim yoktu. Oysa 2005 yılında ZXZW adıyla başlamış ama 2009’da Austin’deki SXSW festivalinden gelen talep üzerinde adı değiştirilerek Incubate olmuş. İlk başladığında yeraltı punk, hardcore ve elektronik grupların katıldığı iki günlük bir festivalken artık dört güne yayılan ve yine yeraltı kültürüne odaklanan daha büyük bir etkinlik. Geçen yıl Hollanda Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen bir davetle ülkedeki müzik sahnesini tanıtan bir geziye katılmıştım. Yaklaşık bir haftada altı kenti gezdiridiler ama bize bu festivalden söz etmediler; ticari ve turistik getirisi olan tuhaf festivallere bile götürdüler bizi ama Incubate’in adı geçmedi. Demek ki yeraltı kültürü orada da yeterince desteklenmiyor...
Incubate, Tilburg kent merkezinde, birbirine yürüyerek ulaşılabildiğiniz farklı mekanlarda gerçekleştiriliyor. Bu tür festivallerin beni çeken özelliklerinden birisi de bu. Farklı salonları görerek kentin müzik sahnesinin tümüne hakim oluyorsunuz; büyük konser salonlarının yanında ufak caz barlar, rock barlar ya da sokaklar konser mekanı haline geliyor.
Tilburg’da ses açısından gruplara uygun 13 ayrı mekan seçilmişti. Birbirine 5 ya da 10 dakika uzaklıktaki bu salonlara hep yürüyerek gittim. Bu sorun değildi elbette ama konser saatleri birbirine çok yakındı, hatta bazıları çakışıyordu; yürüme ile geçen zamana acıdığım durumlar oldu. Bu yüzden festivale dair olumsuz bir eleştiri olarak, konser saatlerinin birbirine yakın tutulmuş olmasını söyleyebilirim. Sabah geç saatlere kadar DJ’ler eşliğinde partiler devam ettiğinden gündüz konserleri 15:00’a kadar başlamıyordu. Sanırım sıkışık takvimin nedeni de buydu.
SILVER APPLES’DAN ANEMONE TUBE’A SES MACERASI
Bu yılki lineup incelendiğinde Avrupa’dan ve dünyanın birçok bölgesinden sıradışı ve iddialı müzisyenler katıldı Incubate’e. Kendi sitelerinde “cutting-edge culture” ve “extreme music” ifadelerini kullanmışlar. Odaklandıkları müzik türlerini ambient, drone, avangart, noise, elektronik, free jazz, hardcore, punk, endüstriyel, EBM, metal, indie, enstrümantal rock, saykedelik ve garaj rock olarak sıralamak mümkün. Toplam 89 isimden oluşan lineup’ta Thurston Moore, Deerhoof ve Eagulls gibi tanınan isimler de vardı ama ben daha az bilinenlere öncelik verdim. Festivale geç ulaştığımdan Thurston Moore’u kaçırdım ne yazık ki; Deerhoof başka bir konserle çakıştı ama Eagulls’ı dinleme olanağı buldum. Post-punk’ın karanlık atmosferini hipnotik gitar riff’leri ve dikkat çeken bir vokalle buluşturan grup, büyük ilgi gördü. Biraz Joy Division’ın kederli ritimleri, biraz The Cure’un hüznü vardı müziklerinde. Sahnede benim düşündüğümden daha karizmatik bir varlık gösterdiler. Açıkçası o konsere biraz bakıp başka bir mekandaki konsere geçerim diye plan yapmıştım ama bu plan işlemedi; Eagulls’ın müziği beni içine çekti.
Incubate’e giderken bende en çok heyecan yaratan müzisyen Silver Apples’dı. Birkaç ay önce Moogfest’te ilk kez canlı dinlediğim Simeon Coxe’u bir kaz daha görecek olmak mutlu etmişti beni. 18 yıl aradan sonra yayınlanan “Clinging to a Dream” adlı albümden yeni şarkıları da ilk kez dinleme olanağı bulduğum konser, Paradox adlı bir caz/rock barda yapıldı. Önceden gidip en öndeki masaya yerleştim ve beklerken sahneye kurulan The Simeon’un fotoğraflarını çekmek istedim. Bilenler vadır; The Simeon, Simeon Coxe’un kendisinden başka kimsenin çalamadığı, telgraf tuşları, pedallar ve bilumum alet parçasıyla kendi yaptığı osilatörun adı. Ses teknisyeninden izin alıp sahneye çıktım, tam fotoğraf çekerken perdenin arkasından Simeon Coxe göründü. “Henüz tam kurmadım aleti ama sorun değil,” dedi gülerek, sonra da The Simeon’un başına geçerek kablolarla oynamaya başladı. 78 yaşındaki müzisyen, gerçekten de laboratuvarda deney yapan bir çılgın profesör gibiydi konser boyunca. Bir süre sonra yine farklı bir dünyadan geliyormuş izlenimi uyandıran tuhaf gıcırtılarla kendine özel sonik atmosferini yarattı.
Grubun kurucu üyelerinden Danny Taylor ile Simeon Coxe’un 60’ların sonunda müzikte devrim yaratan albümleri “Silver Apples” ve “Contact” ile 1990’larda yayınladıkları albümler saykedelik elektronik müzik efsanesi Silver Apples’ı bugüne taşıdı. Taylor’ın ölümünden sonra Coxe’un tek başına yeni albüm kaydetmesi, hayranlık uyandırıcı ancak albümün o eski parlak dönemi yakaladığını söylemek zor. Incubate performansında eskilerin yanı sıra yeni şarkılardan da çaldı Simeon Coxe ve her zamanki gibi canlı dinlemek son derece keyifliydi. Kendisinden oldukça genç bir salon dolusu insanı, zaman zaman teknoya varan ritimlerle karıştırdığı garip seslerle dans ettirmesi görülecek şey.
Incubate kapsamında en beğendiğim performanslardan birisi, ambient/endüstriyel müzik projesi Anemone Tube oldu. 1996’da Almanya’da Stefan Hanser’in başlattığı proje, son derece güçlü psikojenik etkiler yaratan bir kavramsal ses sanatı projesi. Bugüne kadar bir Macbook ile mum, tütsü ve Buda heykellerini aynı sahnede görmemiştim. Hanser, yüzünü bir kumaşla tamamen kapayarak setin başına geçtiği anda alışılmadık bir performans olacağını anlıyorsunuz. Ortamı tütsü kokusu kaplarken, sadece mum ışığında yapıyor müziğini. Arkadaki ekrana yansıyan ikonik görüntüler, heykeller ve fotoğraflar da devreye girince, sizi alıp birtakım girizgâhlardan geçirerek kendi gizemli dünyasına alıyor. Performans, loop’lar, perküsyon ve tuhaf tıkırtılar eşliğinde ambient’tan endüstriyel noise’a varan bir ses paletinde gidip gelirken dinleyiciye de büyüleyici bir ses/görsel etkileşimi yaşatıyor. Anemone Tube’un soundunu akademik deneysel materyal ile yeraltı endüstriyel alan arasında kurduğu bağ nedeniyle ayrıca ele almak lazım.
SURİYELİ SIĞINMACILARIN MÜZİKLE YAŞAM MÜCADELESİ
Festival için önceden yaptığım radyo programlarımda da belirttiğim gibi, Suriyeli grup Trio Qasyon en çok dinlemek istediklerim arasındaydı. Hollanda’ya sığınan 20 yaşındaki Suriyeli ud sanatçısı Jawa Manla’nın kanunda Shaza Manla ve perküsyonda Latif Al-Obaidi ile kurduğu üçlü, kendi kültürlerini Batı Avrupa’da tanıtmak için konserler veriyor. Incubate festivalinin bu yetenekli gruba yer vermesi, güzel bir olay. Yeri gelmişken burada da belirtmek isterim. Suriye’den Türkiye’ye gelen sığınmacıların arasında son derece yetenekli sanatçılar var. Fırsat verilirse onlar da festivallerde ya da etkinliklerde seslerini duyurabilirler. Unutmamalı ki toplumlar arasındaki sorunları gidermede sanat her zaman en iyi araçtır. Mesela ben birkaç ay önce Kobani’den kaçıp Mersin’e sığınan Suriyeli genç vokalist Jinda Kanjo ile röportaj yaptım. Ülkesinde konservatuarı bırakıp gelmek zorunda kalmış bu genç kadının güçlü sesininden ve içten yorumundan etkilenmemek olanaklı değil. Umarım onu da duyan olur ve o yetenek harcanmaz. (http://www.veganlogic.net/2016/04/jinda-kanjo-kobaniden-gocen-muthis-bir.html)
Trio Qasyon, Incubate’teki konserine başlamadan önce grubun üçlü değil ikili olarak çalacağı duyuruldu; dolayısıyla perküsyonda Latif Al-Obaidi yoktu. 20 yaşındaki ud sanatçısı Jawa Manla’ya eşlik eden Shaza Manla’nın 12 yaşında olduğunu öğrendiğimde inanamadım. Yaptığı solo ile mekandaki herkesi kendisine hayran bırakan bir çocuğun henüz dilini bile konuşamadığı bir ülkedeki başarısı muhteşemdi. Sanatın evrenselliği işte bu diye düşünmeden edemedim. Her ikisi de çaldıkları enstrümana son derece hakimdi. Festivalde benim izlediklerim arasında en çok ilgi gören grup oldular; müziği aldıkları keyifle yere uzanıp dinleyenler vardı. Qasyon’un müziği, Türkiye’deki geleneksel müziğe oldukça yakın olduğundan benim için çok değişik değildi ama Hollandalılar için sıradışıydı ve bu farklılığı kucaklayışlarını görmek çok güzeldi.
LARAAJI İLE DENEYSEL MEDİTASYON VE FESTİVALDE ÖNE ÇIKANLAR
Ambient, drone ve new age müzik dinleyicileri için tanıdık bir isim olan Laraaji’yi daha önce Big Ears Festivali’nde de dinlemiştim ama Incubate performansını da görmek istedim. Aslında festivalde gülme ile meditasyonu buluşturan atölyelerinden birini de gerçekleştirdi ama ben yetişemedim. Yer ayırtarak yapılan bu atölyede kahkaha atma ve meditasyon gibi birbirine zıt görünen iki kavramı bir araya getiriyor Laraaji. Keman, piyano, trombon ve vokal çalıştıktan sonra 1970’lerde Doğu mistisizmi ve kanuna merak salan müzisyen, New York’un ünlü parkı Washington Square Park’ta Brian Eno tarafından keşfedilince onun prodüktörlüğünde yaptığı “Ambient 3: Day of Radiance” ile adını duyurmuştu. Incubate’teki müzik performansında da ambient müziğin insan ruhunu rahatlatan tınılarında derin bir yolculuğa çıkardı bizi.
Incubate kapsamında ilk kez canlı dinlediğim yeni gruplar da oldu. Bunlar arasında noise, art rock, dark ambient türlerine odaklanan avangart grup Muscle and Marrow’un performansı kayda değerdi. Portlandlı ikili, drone gitarlarının üzerine ses dokuları ve davul vuruşlarını ekleyerek yarattıkları dumanlı atmosferi Kira Clark’ın soğuk vokali ile dindiriyor.
1970’lerin davul gitar ve synthesizer üçlüsüne dayalı kozmik müziğini analog elektronik aletler ve ambient ses tasarımlarıyla buluşturan Inwolves ise, kendi içinde birçok değişim dinamiğini barındıran bir sound yaratıyor. 70’lerin kosmische musik tarzını ambient ile iç içe geçirirken yaratıcı ses tasarımlarına imza atıyorlar.
Belçikalı ses mühendisi Mathieu Serruys, insanın içini ısıtan drone’lar ve ambient’ı buluşturan melodileriyle Incubate’e renk katan müzisyenler arasındaydı. Hollanda’nın müzik sahnesine kazandırdığı gruplardan Maze, post-punk’a festivalde doymamı sağlayan en güzel performanslardan birisini sundu. Hipnotik gitar soundunun nevrotik davul ve soyutlayıcı bir vokalle kusursuz birlikteliğine tanık olduk sayelerinde. Lo-fi-no-wave diye bir ifade kullanmışlar kendi sitelerinde; adına ne derseniz deyin ama iyi müzik yaptıkları kesin. Saksofonundan çıkan seslerle son derece düşük ve çok yüksek tonda doğaçlama drone’lar yaratma becerisine sahip Daniele Martini’nin bir rock bardaki konseri, beklediğimden daha fazla ilgi gördü. Dinleyiciden yoğun dikkat talep eden, kimi anlarda sessizliğin sağladığı bir bağla kurgulanan ve mutlaka canlı deneyimlenmesi gereken ilginç bir performanstı.
Avangart seslerin uçuştuğu festivalde yeraltı elektronik/deneysel tekno sahnesinin ünlü ismi Psychick Warriors ov Gaia, bir geceyi sabaha bağladı. Elektro akustik ve etnik ritimlerle funk’ı da buluşturan setlerinde yirmi yıl sonra hâlâ zamanın ötesinde olduklarını kanıtladılar. Sahne boştu; çünkü kendileri yukardaki DJ kabininden çalıyordu ama salonda herkes dans ediyordu. Duvarlara yansıtılan görseller, sahnedeki ekran ve ışıklarla mekan tam bir diskoya döndü.
“Ben bildiğin klasik şekilde çılgınca eğlenmek istiyorum!” diyenler için de seçenekler mevcut Incubate’te. Heavy headbanging & heavy drinking with special DJ adı altında düzenlenen etkinlik, gece geç saatlere kadar sürüyor. Ayrıca sabah 04:00’a kadar devam eden Metalfest de Incubate kapsamında düzenleniyor. Bunlarla birlikte, The Quietus DJ’lerinin çaldığı mekanlar var. Neden The Quietus derseniz, Avrupa’daki en sevdikleri festival olduğunu söylüyor The Quietus ekibi; bu nedenle de etkinliğe destek veriyorlar.
Ek olarak, video oyunlarına meraklı olanlar için festivalde En İyi Bağımsız Video Oyunları konferansı adı ile bir etkinliğin yer aldığını da belirteyim. Bu etkinliğin yer aldığı binaya gittiğimde, konuyla fazla ilgili olmasam da ben bile uzun süre binadan çıkamadım. Belki bu alanda çalışanlar için festivalin en çekici yönü bu olabilir.
MÜZİK “AŞIRI” AMA EN UFAK BİR AŞIRILIK YOK
Incubate’i izlerken bu tür avangart/deneysel festivallere dair bir teori geliştirdim. Müziğin olumlu anlamda “aşırı” olduğu hiçbir festival ortamında aşırı bir durum yaşanmıyor. Bilirsiniz, ana akım festivallerde birçok sorun yaşanabilir; fazla içip çevreye rahatsızlık verenler olur, müzik dinlemek yerine bağıra çağıra konuşarak ya da itişip kakışarak ortamı gerenler olur. Oysa Incubate gibi etkinliklerde müzik ne kadar “aşırılaşırsa”, dinleyici kitlesi de o kadar müziğin içine daldığından bu tür sorunlar yaşanmıyor. Herkes sadece müzik dinleme hedefiyle geldiğinden, tek ilgi noktası o oluyor.
Eğer siz de temel olarak iyi müzik dinlemek, yeni keşifler yapmak, yeraltı sanat atmosferinde gezinmek ve yaratıcı sanatsal çalışmalar görmek istiyorsanız, yolunuzu Incubate’e düşürün derim. Üstelik bilet fiyatları da uygun: Günlük biletler 22.50 Euro, 4 günlük festival bileti 60 Euro.
Konaklama için kent içinde istediğiniz yerde kalabilirsiniz; çünkü tüm mekanlar yürüme mesafesinde. Ama kamp yapmak isterseniz, Tilburg merkez tren istasyonundan 10 dakikalık yürüme mesafesindeki kamp sitesinde bir gecelik 15 Euro, 2 gecelik 27.50 Euro, 3 gecelik 35 Eurp ve 4 gecelik de 42.50 Euro ödeyerek kalabiliyorsunuz. Alanda sıcak duş, tuvalet, eşyalarınızı koyabileceğiniz kasalar, WiFi ve kahvaltı mevcut.
Bütün bunlara ek olarak, festivalin basın ile ilişkilerini yürüten görevliler işlerini son derece iyi yapıyor. Ne zaman e-posta gönderseniz kısa sürede yanıt geliyor ve her aşamada yardımcı oluyorlar.
Keşif peşinde koşarken Türkçesi “kuluçkaya yatmak” anlamına gelen bu festivali bulmam tesadüf değil tabii; bir kez Incubate’e katılana “incubator” diyorlar. Bakalım aldığım esin kuvözde neler yaratacak?
(Fotoğraflar ve videolar bana aittir.)
Incubate Festivali'ne ayırdığım Vegan Logic radyo programları
Müzik sahnesinde yeni kayıtları izlemek, giderek daha çok zaman isteyen bir
uğraş haline geldi. Gerek yurt dışında gerekse yurt içinde her gün çok
sayıda albüm raflara konuyor ya da dijital platformlarda dinleyici
bekliyor. Zaman zaman alternatif isimleri paylaşırken amacım, bu
yoğunluk içinde gözden kaçabilecek yetenekleri öne çıkarmak. Bu ayki
seçkimde de Türkiye'den Estonya'ya, İngiltere'den Meksika ve
Avustralya'ya gezinen bir tur yaptım.
EXPLODED VIEW
Nico’yu anımsatan gizemli bir vokalin yansıttığı paranoya ve korku temalı sözleri krautrock, post-punk, no wave ve dub ile distopik bir atmosferde işleyen şarkılar ilginizi çeker mi? Evet diyorsanız, Exploded View adlı grubun kendi adını taşıyan ilk albümünü dinlemeyi ihmal etmeyin. Bu ay Sacred Bones etiketiyle yayınlanan albümün ortaya çıkış hikayesi de ilginç. Henüz 20’li yaşlarında olan politika yazarı, İngiliz gazeteci Anika müzik kariyerine, Bob Dylan, Yoko Ono ve Ray Davies şarkılarının cover’larını yaparak başlamış. Yeni grubu Exploded View ise, 2014 yılında Martin Thulin, Hugo Quezada and Amon Melgarejo adlı yerel prodüktörlerle Meksika’da bir dizi konser verdikten sonra hayata geçmiş. Birlikte stüdyoya girip tamamen doğaçlama bir albüm kaydetmişler. Vintage synth’ler, drone’lar, üzerinde oynanıp bozulan gitar tınıları, tef sesleri, post-punk riff’lerini bolca kullanarak deneysel yaklaşıma sahip bir sound elde etmişler. Çıkış albümü olarak oldukça etkileyici bir albüm.
MAARJA NUUT
Estonyalı kemancı ve şarkıcı Maarja Nuut, geleneksel öyküleri ve dans melodilerini elektronik seslerle buluşturup minimalist ses manzaraları yaratıyor. Kullandığı eski melodilerin de kendisi için doğaçlamalar kadar taze olduğunu, tamamen rahatlık yansıtan bir zihinle müzik yaptığını söylüyor. Şarkı söylediği dili bilmediğimizden anlattığı hikayelerin çarpıcılığını anlayamasak da, Baltık folkunun dinginliğini sesinin yoğun tınısından hissetmek mümkün. 2013’te Soolo adlı ilk albümünü yayınlayan müzisyen, bu kaydıyla Çek avangart kemancı Iva Bittová’ya benzetildi. Amerika, Kanada ve Avrupa’da turneye çıktıktan sonra, Talin Müzik Haftası’nda ödül kazandı. Bu yaz yayınlanan ikinci albümü Une meeles'de (In the Hold of a Dream) gerçeklik ile hayal arasındaki bağı, ikisinin birbirine karıştığı anlara odaklanmış. Melankolik bir Doğu mistisizmi, deneysel ses manzaraları, öykü anlatıcılığı ve elektronik seslerin kaynaştığı sıradışı bir albüm Une meeles.
BAD POETRY
Şiir ile müzik birlikteliğini temel alan performans grubu Bad
Poetry’nin ilk albümü Sınır İhlali, besteci ve multi-enstrümantalist Mert Kamiller’in bir projesi. 2008’de şair OnurAkyıl ile başladığı bu proje, 2014’te MüslümÇizmeci ve GökbenDerviş’in katılımıyla yeniden doğmuş. Çeşitli kentlerde canlı performanslar yaptıktan sonra, iki yıl boyunca 25 eserden oluşan bu albümün kaydı ile uğraşmışlar.
Yeraltı edebiyat kültüründe yer alan 14 şaire kendi şiirlerini okutup, onların kendisinde uyandırdığı hisleri yansıtan bestelerini bu kayıtlarla buluşturmuş Mert Kamiller. Enstrümanların yetmediği yerde de deneysel müzik aletleri yapıp onları kullanmış. Albümde yer alan şiirler, süslü ifadeler peşinde koşmayan, çıplak duyguları sansürsüz dile getiren sözlerle kaleme alınmış. Müziğin deneysel ruhuyla birleşince yaşadığımız dünyanın saklı tutulan yönlerini açığa vuruyor. Bu açıdan son derece içten ve özgün bir kolektif çalışmanın ürünü.
Kapakta yazdığı gibi dayatmalara karşı “Genel AhlakSIZ içerik” mevcut.
UGLY SHADOWS
Punk rock’ın 40. yılının kutlandığı 2016’da Türkiye’nin bu akıma hak ettiği değeri vermeden geçen yıllarına bir yenisi daha eklendi. Ne özelbir konser yapılabildi ne de isyankâr punk ruhu yaşatılabildi... Bunları düşünürken İstanbullu punk grubu Ugly Shadows’un ilk albümünün Bandcamp linki çıktı karşıma. 2014’te kurulup 80’ler Britanya punk’ından
etkilenen grubun vokalisti Gizem adlı genç bir kadın. Londra’da geçenlerde kadınlardan oluşan grupları es geçen punk sergisine tepki gösteren Viv Albertine’e selam olsun!
İstanbul’daki yeraltı bağımsız müzik sahnesini takip edenler, elbette grubu Peyote ve İnfial’de verdikleri konserler nedeniyle tanıyor. Geçen yıl grubun adını taşıyan ilk kısaçalardan sonra bu yıl Kids of Tomorrow adlı ilk albümlerini yayınladılar. Ülkedeki politik kaosu da aktaran
şarkı sözleri İngilizce. Bandcamp üzerinden indirilebilen albüm, punk rock’ın 40. yılında armağan oldu bize. Teşekkürler Ugly Shadows!,
KANE IKIN
Avustralyalı deneysel müzik prodüktörü Kane Ikin’in Type Records etiketiyle yayınladığı ModernPressure, yılın en dikkat çeken elektronik kayıtlarından birisi. Önceleri ambient/drone ikilisi Solo Andata’da yer alan Ikin, onun ardından tek başına sürdürdüğü çalışmalarına odaklandı. Müziğini dinleyince fark edilen derinliğin ardında Avustralya’da hem ses teknolojisi hem de felsefe üzerine eğitim almasının da katkısı olsa gerek diye düşünüyor insan. Taylor Deupree’nin elektronika odaklı plak şirketi 12k tarafından 2011’de yayınlanan ilk solo teklisi Contrail'den bir yıl sonra aynı etiketle ilk solo albümü Sublunar'ı yayınladı.
Endüstriyel müzik ve tekno buluşmasının güzel bir örneğini sunan yeni albümü, sert ritim ve atmosferik dönüşümlerle kulakları farklı sesler arayanlar için ilgi çekici bir kayıt. Ikin, finansal kriz yaşayınca ekipmanını parça parça satmak zorunda kalması nedeniyle, 2012 tarihli ilk albümü Sublunar'a göre farklı bir yaklaşımla kayıt yapmış. Synth, elektronik davul, reverb pedalları ve bilgisayarı ile başbaşa kalınca, büyük olasılıkla içinde bulunduğu durumun da etkisiyle, dinleyiciyi adeta bir gerilim filminin içine sürüklüyor. Yarattığı tekinsiz atmosferde terk edilmişlik hissini seslerle büyük bir başarıyla kurgulamış kanımca.
David Lynch'in kült TV dizisi Twin Peaks'in soundtrack albümünün 25 yıl sonra bu hafta plak olarak tekrar basılması nedeniyle dün akşamki Vegan Logic'i tümüyle bu konuya ayırdım. Soundtrack tarihinin en güzel kayıtlarından birisi olan Angelo Badalamenti imzalı Twin Peaks müzikleri kanımca bu vesileyle tekrar dinlenip yorumlanmayı hak ediyordu.
1- Twin Peaks Theme 2- Laura Palmer’s Theme 3- Audrey’s Dance 4- The Nightingale (vokal: Julee Cruise) 5- Freshly Squeezed 6- The Bookhouse Boys 7- Into the Night (vokal: Julee Cruise) 8- Nightlife in Twin Peaks 9- Dance of the Dream Man 10- Love Theme from Twin Peaks 10- Falling (vokal: Julee Cruise)
31 Ağustos 2016 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanan programın kaydı.
1- Scott Walker - Post Meeting 2- Barfak - Leaving Home 3- Massive Attack - The Spoils (feat. Hope Sandoval) 4- Rival Consoles - Slow Song 5- Tomorrow The Rain Will Fall Upwards - ...And I Tried So Hard 6- Peter Broderick - Under the Bridge 7- These Hidden Hands - Angkor 8- Sven Kacirek & Thomas Klein - Elekktrik 9- Camera - Fröhlichkeit 10- Ketev - Lightning with Stag In Its Glare