20 Kasım 2017 Pazartesi

OTORİTE, MEDYA VE SAVAŞ LORDLARINA MORRISSEY VURUŞU


By on 16:15:00

20.11.2017


Geçen eylül ayında sanatçı Linder Sterling, Instagram üzerinde arkadaşı Morrissey’in 11. stüdyo albümü “Low in High School”un kapak fotoğrafını paylaştığında, albümün ana temalarını tahmin etmek zor değildi. Fotoğrafta, Morrissey’in ekibinde yer alan bas gitarist Mando Lopez’in oğlu Max Lopez, Buckingham Sarayı’nın önünde bir elinde “Monarşiyi baltala” yazan afiş, diğer elinde bir balta tutarken görünüyordu. Morrissey’in The Smiths günlerinden bu yana şarkı sözlerine yansıyan, huzursuz, muhalif gençlik ve monarşi karşıtlığı, çok çarpıcı bir görsel ile simgeleştirilmişti. Ayrıca The Smiths sonrası 30 yıllık solo dönemi içinde “Southpaw Grammar” sonrasında kapağında kendisinin yer almadığı ikinci albüm olması da ilginçti.

BMG ve kendisinin kurduğu Etienne Records etiketiyle yayınlanan albümün prodüktörlüğünü, bir önceki kaydı “World Peace is None of Your Business” gibi Joe Chiccarelli üstlendi. Morrissey’in ekibinde yer alan Boz Boorer (gitar), Jesse Tobias (gitar), Mando Lopez (bas), Matt Walker (davul) ve Gustavo Manzur (klavye) ortak yazdığı şarkılar, prodüktör aynı olsa da, öncekine göre daha güçlü bir rock sounduna ve çeşitliliğe sahip. Bunun yanı sıra Morrissey’in sesinin etkisinden hiçbir şey yitirmediğini ortaya koyan piyano baladları da dikkat çekici. 

Albüm boyunca karşımıza otorite karşıtlığı, gücü kötüye kullanan diktatörler, polis şiddeti, Arap Baharı, ana akım medyanın güvenilmezliği, petrol savaşları ve diğer tüm çatışmalar çıkıyor. Dünyanın gidişatının bir yansıması olarak WPINOYB’de öne çıkan bu temaların, bu kez Venezüella, İsrail, Ortadoğu, ABD özelinde altını çizerken, oligarşilerin baskısı karşısında halkların içine düştüğü durumu sorguluyor Morrissey. Albümde dile getirdiği politik görüşlere katılmayabilirsiniz ama solo döneminin en cesaretli ve iddialı çıkışlarından birisini yaptığını kabul etmek gerekir. Bu çıkış elbette tartışılabilir ama ne yazık ki müzik medyasında albüm hakkında yapılan yorumlar, Morrissey’in görüşlerine katılmayanların adeta ondan hınç almak için yazdığı standart kötülemelere dönüştü. 

Son dönemde basın ve sosyal medya, Morrissey’in polemik yaratan sözleri nedeniyle eski hayranlarının onu yerden yere vuran eleştiri yazılarıyla dolu. Her söylediğine katılmak gerekmiyor, görüşleri elbette eleştirilebilir fakat sözleri kendi konsepti içinde analiz etmeden, gerçeği yansıtmayan sansasyonel başlıklarla verilen haberler tık alma amaçlı. Bu salgın ne yazık ki dijital dünya ile birlikte hayatımızı istila etmiş durumda. Toplumu daima klişe düşüncenin sınırlarını zorlamaya iten bir sanatçı Morrissey. Politik doğruculuğu reddediyor; acı verecek derecede dürüst bir anlatımı var, olayların gözden kaçırılan farklı yanlarını keskin bir dille söylüyor ve bu da buna alışık olmayan toplumda infial yaratıyor. Daima toplumu sarsmaya çalışıyor ve bunun bedelini epey ağır ödüyor. 

Ben solo albümleri arasında en iyilerden birisi olarak gördüğüm yeni kaydı “Low in High School”u kendi içinde bir bütün olarak değerlendirmeye çalıştım. 

My Love, I’D Do Anything for You (Morrissey/Lopez)


Morrissey’in tuhaf seslerle başlayan şarkılarına ayrı bir düşkünlüğüm var. Gitarist Jesse Tobias’ı karanlık bir bodruma sokup kaydettikleri iniltilerle başlayan bu şarkı, bana “November Spawned a Monster”daki Mary Margaret O’Hara’nın acayip çığlıklarını anımsattı. Açılışı, “Çocuklarınıza ölü düzenin ana akım medyasındaki tüm propagandaları tanıyıp onları aşağılamasını öğretin” diyerek yapan bir albümün medya tarafından olumlu bulunmasını beklemek boş aslında. “Toplum cehennem, hayatlarımızı istediğimiz gibi yaşayamıyoruz,” diyor Morrissey ve medyayı tanımlarken “echelon” kelimesini kullanıyor. Bu kelime, “belli bir nizama göre dizilmiş” anlamının yanı sıra, ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda istihbarat örgütlerinin dünya üzerindeki iletişim sistemlerini denetlemek amacıyla kurdukları ortak projenin kod adı. Şarkının medyanın insan hayatına müdahale edişine yaptığı vurgu, “Toplum bir cehennem, benim sana ihtiyacım olduğu gibi senin de bana ihtiyacın var,” dediğinde netleşiyor. Belli ki uğruna her şeyi yapabileceği birisi ile sadece bu nedenle yaşayamadığı bir ilişki var. “Hepimiz kendi yolumuzda ilerliyoruz  / Ayrı ayrı ama aynı yönde / Ve ben burada hayatımın her gecesi daima birini özlüyorum,” sözleri ile de bunu netleştiriyor. Bu hikayeyi, güçlü davul vuruşları ve sarsıcı gitar seslerine ek olarak pirinç nefeslilerin katkısıyla anlatınca, oldukça dinamik bir giriş yapıyor albüme.

I Wish You Lonely (Morrissey/Boorer)


Yalnızlık, ölüm ve madde bağımlılığı etrafında gelişen şarkı, içinde bulunduğu durumdan memnun olmayan bir karakterin bakış açısından yazılmış. Dinleyiciden içinde bulunduğu yalnızlığı anlamaları için kendilerini onun yerine koymalarını isteyerek başlıyor. “Romantizm iyi gitmedi / Sana, bir günlük de olsa, Bergen’deki savaş helikopterleri tarafından takip edilen ama asla vazgeçmeyen son kambur balina gibi bir yalnızlık diliyorum ki benim günlük rutinimi anla,” diyor karşısındakine. Yalnızlığın öfke ile ilişkisini kurduğu şarkıda uyuşturucu bağımlılığı ve militarizmi birlikte anması ilginç.  Her ikisinin de insanları aniden mezara gönderdiğini vurguluyor. Morrissey’in en sert sözlerinden birisine rastlıyoruz bu şarkıda: “Mezarlar kraliyetin, oligarşinin, devlet başkanlarının ve hükümdarların emri ile canını veren aptallarla dolu.”  Onun öfkesi daima dünya liderlerine yöneldi. Morrissey’in kendi ülkesinin ya da başka bir ülkenin askerleri için “kahraman” dediğini duyamazsınız; dese alkış alacak ama o, savaşın korkunçluğunu sergileyip, askerlik kavramı hem asker için hem de halklar için kötüdür diyor. Son röportajlarından birinde, dünyanın her yerinde halkların ve politikacıların karşılıklı nefret içinde olduğunu ve bunu müziğe aktarınca hayatın umut dolduğunu söyledi Morrissey. Derdi askerin kendisi değil, ona savaşma zorunluluğunu yaratan sistemle. Bunu anlamamak için çok önyargılı olmak lazım. Ama ne yazık ki ana akım medyada müzik konusunda yazanlar, bu analizi yapma niyetinden ve birikimden yoksun. Synth’lerin belirginleştiği, vurucu bir sounda sahip olan şarkı, açılıştaki güçlü rock soundunun yarattığı etkiyi sürdürüyor. 


Jack’s Only Happy When She’s Up on the Stage (Morrissey/Boorer)



Morrissey’in çok zekice kurguladığı bu şarkının ana karakteri, partneri tarafından terk edilip hayal kırıklığına uğrayan Jacky adlı eski bir sahne yıldızı. Arka arkaya tekrarlanan “exit” kelimesinden yola çıkarak şarkının “Brexit” ile ilgili olduğu yorumları yapılıp duruyor medyada. Oysa şarkının politik bir anlamı olmadığını söyledi Morrissey. Bana göre Jacky, Morrissey’in kendisi. Jacky, artık hiçbir senaryo, bağlayıcı kural olmadan sahnede sadece kendi aşığı için oynuyor. Morrissey’in hep kendisi için söylediği gibi, kalp kırıklığını ve yaşadığı kayıpları sahnedeyken unutan bir yıldız Jacky. “Exit, exit, everybody's running to the exit” dediğinde ise, son yıllarda sürekli kendisini terk eden hayranlarından söz ediyor. Malum “Eskiden hayranıydım ama artık Morrissey’i savunamam” diyenler çok bugünlerde... 

(Bu arada Brexit konusu açılmışken, Morrissey’in o oylamanın sonucunu “muhteşem” diye nitelemesinin nedeni, ana akım medyanın ve ülkedeki kurulu düzen temsilcilerinin hepsinin birden Brexit’ten yana tavır almasına karşın, halkın tersi yönde karar vermesi. “Avrupa Birliği’nden çıkarsak hepimizin sonu gelir” diyen egemen güçlere karşın halkın bunu reddetmiş olmasını demokrasi açısından önemli buluyor. Daha önce İskoçya’nın Britanya İmparatorluğu’ndan ve Katalonya’nın da İspanya’dan ayrılma isteklerini desteklediği düşünülürse, bu kendi düşüncesi içinde garip de değil. Morrissey’in otoriteye karşı olduğu gibi toplumları yöneten büyük birliklere, imparatorluklara, krallıklara karşı bağımsızlık yanlısı tavrı biliniyor. Bu politik konu hakkında onunla aynı fikirde olunmayabilir ama şarkıyı ilgisi olmadığı halde Brexit’e bağlamaya kimsenin hakkı olmamalı.) 

Home is a Question Mark (Morrissey/Lopez)


90’lı yılların Morrissey soundunu albüme taşıyan bu şarkı, “Back to the Old House”daki soruyu tekrarlıyor. Geriye dönüp bakıyor ve ne yapsa unutamadığı birine, “Eğer gelirsem benimle buluşur musun?” diyor. “Ev sadece bir kelime midir, yoksa içinde taşıdığın bir şey mi?” sorusunun yanıtını aslında bana 3 yıl önceki röportajda, “Gerçek eviniz bedeninizdir, yaşadığınız apartman dairesi değil,” diyerek (http://www.veganlogic.net/2014/11/morrissey-gercek-eviniz-bedeninizdir.html) vermişti ama bu konu aklını kurcalıyor demek ki aynı yere tekrar tekrar dönüyor. “Eğer bir gün ev bulursam, oraya gelirsem benimle buluşur musun, beni karşılamak için bacaklarını yüzüme dolar mısın?” diyor Moz. Cinsellik çağrıştıran sözler onunla da sınırlı değil; romanı “List of the Lost”ta örneklerine sık rastladığımız ilginç nitelemeler de var. “I have been brave, deep in every shaven cave” örneğinde olduğu gibi. Sesinin hiç yıpranmayan o ünlü kadife tonunu yakaladığı, içten ve cesur baladlardan birisi “Home Is a Question Mark”. Albümü ilk kez tümüyle dinlediğimde, sanırım o ses tonu nedeniyle, en sevdiğim şarkı buydu.


Spent the Day in Bed (Morrissey/Manzur)


Albümün ilk teklisi olarak yayınlanan “Spent the Day in Bed”, son derece akılda kalıcı melodisiyle radyolarda çok çalınacak türden bir şarkı. Gustavo Manzur’un klavye melodisi ve sözleriyle insanı öyle bir yakalıyor ki dinlemediğinizde bile zihninizde duyuyorsunuz. Albümde dinleyicilerin eşlik ederek söyleyebileceği pop sounduna yakın fazla şarkı yok; bu şarkı o eksiği doldurması açısından önemli. Morrissey, “haberleri izlemeyi bırakın, bundan kazanabileceğiniz olumlu hiçbir şey yok, haberler sizi yalnız hissettirip korkutmak için tasarlanıyor,” diyerek ana akım medya hakkındaki gerçeği dile getirse bile, bunun Trump’ın “fake news” argümanı ile aynı olduğunu iddia edecek kadar önyargılı medya. Oysa medyanın kendi gerçekliğini inşa edip kitleleri manipüle edişini eleştiriyor Morrissey. 


I Bury the Living (Morrissey/Tobias)


Çekirge seslerine karışan klarnet ile başlayan şarkı, yaklaşık 1 dakika boyunca bir cenaze töreni atmosferini yansıtıyor. Bu da Morrissey’in uzun intro’lu şarkılarından birisi. Belki de bugüne kadar yazılmış en savaş ve askerlik karşıtı şarkı. Savaşın ne için olduğu hakkında haberi bile olmayan ama hem çaresiz kalan hem de kahraman gibi görünmek isteyen bir askerin durumunu şu sözlerle yansıtıyor: “Ben sadece bir askerim, beni suçlamayın, bana emri verin, kızınızı havaya uçurayım. Bana cesur deyin, bana barış için savaşan kahraman deyin, beni olduğum şey dışında ne isterseniz öyle tanımlayın. Ben sadece İsa’ya, Tanrı’ya sorumluyum. Hayatımı kaybedersem annem sevdiği işi yaparken öldü diyecek ama ben alnımda bir kurşunla öldürüldüm, bu sevdiğim iş değildi.” Şarkı, kendi içinde çok trajik bir öyküyü anlatıyor. Asker öldükten sonra sesini yumuşatarak başka bir kimliğe bürünüyor Moz. “Savaşın bizim John olmadan da devam etmesi ne acayip,” diyor; la la la la sesleri eşliğinde arkadan kahkalar duyuluyor... Kahkahaların geride kalan düzen temsilcilerine ait olduğuna kuşku yok. O zamana kadar agresif bir soundu olan şarkı, asker öldükten sonra sadece gitar tınıları eşliğinde usulca sona eriyor. Askerliği moral olarak sorguladığı bu şarkıyı askerlere hakaret olarak yorumlayanlarla doldu medya. Oysa kimsenin bu kadar dürüstlükle söylemeye cesaret edemediği bir konuya çok sarsıcı bir şekilde dokunuyor Morrissey.  

In Your Lap (Morrissey/Manzur)


Arap Baharı’ndan sonra yaşanan kaosu konu alan şarkı, hedefe diktatörler ve güvenlik güçlerini koyuyor bir kez daha. Gustavo Manzur’un piyanoda harikalar yarattığı çok güzel bir balad. “Diktatörler öldüğünde halklar kazanır. Savaş lordları öldüğünde halklar şarkılar söyler. Üzülmeyin, onların sırası gelmiştir. Güvenlik güçleri en kötüsüdür, daima hükümetleri dinler, gözlerimize sprey sıkarlar. Ölmek için yaşarlar ve zarar vermeyi severler,” diyor şarkı. Bu sevgisizlik içinde sadece birisinin koluna dokunmak isteyen karakterin söyledikleri öyle gerçek duygular ki... “Bizi haritadan silmek istediler ama ben sadece yüzümü senin kucağına koymak istiyorum”... Morrissey’in kişisel duyguları ile politik olayları iç içe eşsiz bir şekilde geçirdiği çok parlak bir şarkı. .. Bir Morrissey klasiği!


The Girl from Tel-Aviv Who Wouldn’t Kneel (Morrissey-Manzur)


Bütün gün dinlemek isteyeceğiniz kadar güzel bir tango ritminin eşlik ettiği, farklı bir Morrissey şarkısı. Kocası, diktatör veya kralın önünde diz çökmeyen Yahudi bir kadın şarkının ana kahramanı. Tel-Aviv’de yoksulu yoksul tutmak için tasarlanıp çerçevelenmiş sözlerle dolu duvarlar ve olanlardan onları korumamış Tanrı’dan korkularını simgeleyen işaretlerle dolu evlerden söz ettiği gözlemleri yansıtıyor şarkı. Yaşanan acıların nedenini de net özetliyor: “Bütün bu ordular ne için sanıyorsunuz? Çünkü topraktan petrol çıkıyor.” Açık ki, Amerika’nın dış politikası ve petrol için yaptığı saldırıları eleştiriyor şarkı. Morrissey’in “Amerika burayı bombalamazsa sizinle güvenli bir yerde görüşürüz,” dediği “I’ll See You in Far Off Places” adlı şarkısındaki temaya geri döndüğünü söylemek mümkün.

All The Young People Must Fall in Love (Morrissey/Boorer)


“Eğer bu illüzyon içinde olmayı seçiyorsanız nükleer savaşla daha çok zaman geçirin ama buradaki gençlerin harika bir fikri var. Başkanlar gelir, başkanlar gider ama tüm gençler aşık olmalı. Başkanlar gidince kimse adlarını da hatırlamaz.” Morrissey’in bir önceki albümü World Peace is None of Your Business’daki gibi dünya liderlerine olan güvensizliğini anlatıyor bu şarkı. Müzik olarak diğer şarkılar kadar güçlü değil ama havayı yumuşatıcı, insanlara umut verici iyimser bir havası var. 


When You Open Your Legs (Morrissey/Tobias)


Tel-Aviv’de sabahın 4‘ünde aynı kulübü terk etmesi istenen karakter, “Bacaklarını açtığında bildiğim her şeyi unutuyorum,” diyerek cinsel zevkin yarattığı sarhoşluğa atıf yapıyor. Bu da bir önceki şarkı gibi konserlerde dinleyicilerin eşlik edebileceği, hareketli pop sounduna daha yakın bir şarkı. Kartonette H.E.R. adını kullanan İtalyan kemancı Erma Pia Castriato’nın yaylılarda eşlik ettiği belirtiliyor. Bu şarkıdaki yaylılarda da onun katkısı olmalı. Albümün diğer şarkılarına göre benim için daha geride duran bir şarkı oldu bu.

Who Will Protect Us from the Police? (Morrissey/Boorer)


Bu kez rotayı Venezüella’ya çeviren şarkıda, sokaklarda ateşler yanıp tanklar gezerken, baba ile çocuk arasında şu konuşma geçiyor. 

“Baba bizi polisten kim koruyacak?
Bebeğim, tanrı koruyacak.”

Hükümetler ve askerler savaşlarla meşgulken halkın ezilişi, Morrissey’in epey kafa yorduğu bir konu. Bu şarkıda da Venezüella özelinde aslında bu genel durumu ortaya seriyor. Durumun babasının dediği gibi olmadığını haykırıyor çocuk: “Konuşma özgürlüğümüze saldırıyorlar. İnandığımız şeyin bedelini ödemeliyiz. Sana inanmıyorum baba, üzgünüm. Ne yapmalıyım?” Sonunda baba da gerçeği fark ediyor: “Koş bebeğim. Lütfen koş! Sen haklıydın!”

Çatışmaların kaosuna uyacak şekilde şarkının çelik nefesliler ile epey gürültülü bir soundu var. Ganglord’u anımsattığını söyleyenler var ama müzik açısından onun kadar etkileyici gelmedi bana. Yine de içinde yaşadığımız dönemde şarkının isminde sorduğu soruyla bile unutulmazlar arasına gireceği kesin. 

Israel (Morrissey/Manzur)


Morrissey’i yine eleştiri oklarının hedefi yapacak ve bol tartışma yaratacak bir diğer şarkı da bu. Çok karanlık bir atmosferde başlıyor ve kısa bir süre sonra dramatik piyano tınıları eşliğinde Moz’un sesi durumun trajikliğine vurgu yapıyor. Birçok kişi bu şarkıyı İsrail’e sevgi mektubu olarak yorumlasa da, Morrissey aslında zor bir şey yapıyor: Uzun süredir kültür dünyasında İsrail’e boykotun tartışıldığı bir dönemde, böyle bir şarkı yazarak İsrail’de yaşayan halka sesleniyor. “Orduların ne için olduğunu yanıtlayamam. Onlar siz değilsiniz. Gökyüzü birçokları için karanlık, sizin için de karanlık olmasını istiyorlar. Yeryüzü büyük bir sığınak ve hapishane fışkırıyor. Suçlu gühahkarlar olarak doğdunuz, dik durmadan önce düştünüz. Doğa size kimin neyin sevileceğini söyleyecek her türlü dürtüyü verdi. Kendinizi sevin,” seklindeki sözleri, halkları devletler ile özdeşleştirmeyen görüşü temsil ediyor. Bir süre önce İsrail’de konser vermemesi için Radiohead’e çağrı yapan Roger Waters’a yanıt veren Thom Yorke: “Biz İsrail’de Netenyahu’yu ya da İsrail devletinin politikalarını onayladığımız için çalmıyoruz. Amerika’da çalmıyor muyuz? O zaman Trump’ı onaylamış mı oluyoruz?” demişti. Morrissey de İsrail’deki halka “Ordu siz değilsiniz” diyerek bu görüşü destekliyor. Albümün tümüne damgasını vuran otorite karşıtlığının bir başka boyutunu oluşturan “Israel”, Morrissey’in vokalinin piyano ile buluşmasından doğan müthiş etkiyi bir kez daha kayda geçiriyor. 

Günümüzün popüler müzik dünyasında kimsenin hem şarkı sözleri hem de müzik açısından bu kadar yüksek düzeyde yaratıcılık sergileyen, şarkılar arasında tema bağlantısını bu kadar iyi kuran, böylesine sıra dışı ve cesaretli bir albüm yapmadığını söylemek bence abartılı değil. Morrissey, günümüz müzik dünyasında eşsiz bir hikaye anlatıcı; onun metaforlarla dolu şairane sözlerini ve sesinin değişen tınılarını analiz edip anlamak zaman, emek ve birikim istiyor. Bazı politik fikirlerine, hayvan hakları konusundaki görüşlerine katılmıyorsanız bile, albüme, müziğe haksızlık etmeyin. Tartışma yaratmasa zaten Morrissey albümü olmazdı. “Low in High School”, savaş, medya manipülasyonu ve otoriteye karşı bir başyapıt. 

Yazan: Zülal Kalkandelen

Translate